ENTERNASYONALIZM, PROF.DR.MŰMTAZ SOYSAL VE KOSOVALI MİHONE ABLA / Abdullah Como Kaya

Bir gün, soĝuk bir Kuzey Arupa ülkesinin, soĝuk bir sonbahar gününde, dilini, hatta isimini dahi bilmediĝim, Kosovalı Arnavut Mihone Ablamca, büyük bir yürek sıcaklıĝıyla karşılanacaĝım hiç aklıma gelmezdi.

Ve hiç aklıma gelmezdi, bu soĝuk Kuzey Arupa ülkesinde, Uluslararası Af Örgütü’nün ikinci başkanlığını, dışişleri bakanlıĝı ve fakülte dekanlıĝı yapmış ‘sevgili hocam!’ Mümtaz Soysal’ın ‘soĝuk’ hikayesiyle, Kosovalı Mihone Ablamın ‘sıcacık’ hikayesinin aynı mekanda buluşup birbirine karışacaĝı…

Abla diyorum, çünkü sadece onun beni ve yanımdaki Arnavut arkadaşları karşılarkenki güleryüzü ve samimiyeti, onun benim için bu sıfatla anılmasına yetiyordu. Ve Mihone Ablamın hikayesini öĝrendikçe, benim için, onun bu sıfatla anılmasının gerekçeleri artıyordu.

Mihone Ablamın evine vardıĝımızda yalnızca o evdeydi. Adının Mihone olduĝunu orda öĝrenmiştim. Eşi işte, çocukları okuldaydı. Mihone Abla’nın güleryüzü ve sıcaklıĝı bizi rahatlatmıştı hemen. Zira Arnavut arkadaşlarımın da öyle büyük bir samimiyeti yoktu öncesinden, Mihone Ablayla ve ailesiyle.

Akşam eşi ve çocukları da, aynı misafirperverlikle karşılamışlardı bizi.

Mihone Abla, 1992 yılında gelmiş İskandinavya’ya. Yani kendi ülkesinde savaş varken. Kocası savaşa gidiyor, o da çocuklarıyla İskandinavya’ya. Mihone Abla, o andan itibaren kendisini mülteci probleminin içinde buluyor. Ama o boş durmuyor. Bir yandan savaşan halkına yardım toplayıp gönderiyor, bir yandan mültecilikle uĝraşıyor. Ikisiyle de başa çıkıyor. Kocası ancak üç yıl aradan sonra gelebiliyor İskandinavya’ya. Savaş ve mültecilik bitiyor. Ama tabii başkaları için bitmiyor bu sorunlar. Mihone Abla da, başkalarının sorunlarını görmezden gelecek kadar bencil deĝil. O yine mültecilerle ilgileniyor, kaçak duruma düşenleri evinde barındırıyor. İhbarcılık gibi olmasın ama, biz ona misafir olduĝumuzda da evinde bir mülteciyi saklıyordu Mihone Abla. Bugün de Mihone Abla ülkesindeki savaş maĝdurlarına tıbbi cihazlar ve tekerlekli sandelyeler saĝlayıp gönderiyor.

Benim Kürt olduĝumu öĝrenince, ”biliyor musun?” diyor, “ben çocuklarımın okulda Kürt çocuklarla kavga etmelerinden korkuyorum ve onları sürekli tembih ediyorum, Kürt çocuklarla kavga etmemeleri için”

Böyle bir tepki beklemiyor olmanın şaşkınlıĝıyla ”saĝ olun” diyebiliyorum ancak. O devam ediyor: “Ben çocuklarımın acı çeken bir halkın çocuklarıyla kavga etmesini istemem, biz de çok acı çektik, ben Kürtleri çok iyi anlıyorum. Onların nasıl yollara düşürülüp perişan edildiklerini de gördüm” diyor

Mihone Abla bir yurtsever ve anlıyorumki Mihone Abla kendi halkının acılarından, yaşadıĝı pratikten enternasyonalizmi yakalamıştı. Kendi halkının acılarından yola çıkarak bir başka halkın acılarını anlamıştı. Yani kendi pratiĝinde, yurtseverlikten yola çıkıp enternasyonalizmi yakalamıştı. Oysa ne çok insan, kendi bireysel acılarından kendisini kurtarır ama, egoizmin bataklıĝına saplanır. Çevremizde çokça görürüz bunları. Hani şu “zamanında ben de çektim bu acıları, onlarda çeksinler” diyerek başkalarının da kendisi gibi acı çekmesine kayıtsız kalanları. Hatta herkesin kendisi gibi acı çekmesi gerektiĝine inananları… Ya da benzer bir biçimde kendi milletinin acılarından milliyetçiliĝin bataklıĝına saplananları.

Akşam, bize hoş geldin demek için gelen misafirlerle sohbet oldukça koyulaşıyor.

Biraz sonra, Kosova savaşı sırasında Türkiye’de çalışan Arnavut misafirlerden biri, Türkiye’deki çalışmalarını anlatıyor. Böylece Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ‘sevgili hocam’ Prof.Dr.Mümtaz Soysal ile Kosovalı Mihone Ablamın hikayeleri yan yana gelmiş oluyor. Misafir anlatıyor:

Türkiye’de yaşayan Arnavutlardan bir komite kurduk ve zamanın Dışişleri Bakanı Mümtaz Soysal’ın yanına gittik. Mümtaz Soysal bizi kabul etti ve büyük bir yakınlık gösterdi. Çalışmalarımızı anlattıĝımızda, bizi takdir ettiĝini söyledi. Biz de Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanının gösterdiĝi yakınlıktan, resmi düzeyde talep ettiĝimiz desteĝi alabileceĝimizi içimizden geçirmeye başlamıştık. Ama sonunda işin rengi deĝişti

Misafir burda duruyor. Yüz ifadesinden insan kolaylıkla şaşırtıcı bir şey olduĝunu anlayabiliyor. Ben ”ne oldu?” diyerek devam etmesini istiyorum. Devam ediyor arkadaşım:

Mümtaz Soysal bize ‘bakın çocuklar, biliyorsunuz bizim Kürt sorunu diye bir sorunumuz var. Kürtler de sizin istediĝiniz hakların aynısını istiyorlar. Sizi resmi düzeyde destekleyip aynı hakları onlara vermemek, bizi uluslararası platformlarda zor duruma düşürür. Onun için biz sizi gayriresmi olarak destekleyeceĝiz’ dedi

Bütün komite üyeleri başlarından kaynar sular dökülmüşe dönüyorlar. Çünkü Mümtaz Soysal’ın Dışişleri Bakanından öte bir anayasa hukuku profesörü olduĝunu biliyorlar. Bir hukukçu hem de profesör bir hukukçu, onlara, bir halkın haklarının uluslararası platformlarda gündeme gelmemesi için ’gizli, ahbap çavuş’ tarzında bir destek vaad ediyordu. Komite bir daha uĝramıyor Mümtaz Soysal’ın yanına. Hem onun vereceĝi desteĝin biçiminden hoşlanmıyorlar, hem de kendi halklarına sunulacak bir desteĝi, bir başka halka yapılacak haksızlık üstünden yapılmasını istemiyorlar.

Misafir Türkiye Cumhuriyeti’nde böyle şeylerin normal olduĝunu biliyor, onun şaşırdıĝı şey, bunu bir anayasa hukuku profesörünün yapması. Bense hiç şaşırmıyorum.

Şaşırmıyorum, çünkü benim öĝrencilik yıllarımda Fransa’da görülen Ermenilerle ilgili davada Türkiye’nin avukatlıĝını yapan ’sevgili hocam’ Mümtaz Soysal’ın, hakimin ”Türkiye’de Kürt var mı” sorusu üzerine ”Kürt yok, ama Kürtçe diye bir dil var” (nasıl oluyorsa?) dediĝini gazetede okuduĝumda ben de arkadaşım gibi şaşırmıştım daha önce.

Şaşırmıştım, çünkü Mümtaz Soysal 1980’li yıllarda Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin ’efsane’ hocalarındandı. Onun, o zamanlarda yasaklı olan ”Anayasaya Giriş” kitabı elden ele dolaşır, herkes fotokopi çektirirdi. Çünkü, Marksizmi, enternasyonalizmi, diyalektiĝi en iyi anlatan kitap olduĝuna inanılırdı. O hepimizin gözünde kararlı bir demokrat, kararlı bir enternasyonalistti. O bir ‘efsane’ydi. Onun deyim yerindeyse apayrı bir havası vardı Siyasal’ın koridorlarında. Öĝrencileriyle ilişkileri diĝer hocalarınkine benzemezdi. Kendisi de, dersleri de oldukça soĝuktu. Ama olsun o büyük bir enternasyonalistti, varsın olsun biz onda bir hoca sıcaklıĝı bulmayalım. Hatta onun bu hali, benim gibi kırsal kesimden gelenlerde adeta ‘gerçek profesör böyle oluyor demekki’ düşüncesinin oluşmasına bile neden oluyordu.

Hatta öĝrenciler arasında, askeri darbenin ona dokunmamasının nedeninin onun konusunda çok yetkin olması gibi bir kanaat vardı.

Ama şimdi bu müthiş ‘bilim adamı‘nın, mahkemede hakimin gözlerinin içine baktıĝı bir fotoĝrafı vardı elimdeki gazetede. Fotoĝrafın altındaki yazıda da hakime söyledikleri.”Türkiye’de Kürt yok, ama Kürtçe diye bir dil var”

Derken bir fincan Türk kahvesi indiriyor önüme Mihone Abla. ”Babam çok güzel Türk kahvesi yapardı. Ondan öĝrendim ve güzel kahve yaptıĝımı söylerler.” diyor. Kahve gerçekten çok güzel. Sonra Kosova’da yerleşik Türkler ile Arnavutların ilişkisinden bahsediyorlar. Osmanlı oralarda çok olumlu bir imaj bırakmasa da, Osmanlı çekildikten sonra onlar bölgede kalan Türklere dostça davranmışlar, kardeşçe davranmışlar…

Sonra Mümtaz Soysal’ı her televizyonda gördüĝümde ya da onun hakkında yazılanları okuduĝumda Mihone Abla’yı düşündüm.

Mümtaz Soysal benim öĝrencisi olduĝum yıl kurulan KKTC’nin cumhurbaşkanı ve Türkiye’deki derin devletin başlıca isimlerinden biri olan Rauf Denktaş’ın anayasa danışmanı olmuştu. Sonra bir TV konuşmasında ”biz” diye diye Kıbrıs hakkında konuşurken gördüm sevgili hocamı. Öyle bir ”biz” diyorduki, insan, onun en başta Kıbrıs’ın güneyindeki Rumlara sonra da bütün diĝer halklara büyük bir nefret duyduĝunu hissediyordu.

Birkaç gün önce, benim gibi Mümtaz Soysal’ın eski öĝrencisi gazeteci Alev Er’in ’sevgili hocamız’ üzerine bir yazısını okudum. Meĝer çok eskilere dayanıyormuş ’sevgili hocamız’ın yaldızlarının dökülmesi.

Sonra 12 Mart oldu, Mümtaz Hoca ’Anayasaya Giriş’ adlı kitabında komünizm propagandası yaptığı’ gerekçesiyle tutuklanıp Ankara Mamak Askeri Cezaevi’ne gönderildi, 6 küsur yıl hapis cezasına çarptırıldı ve yaldızlar dökülmeye başladı.

O sırada İstanbul’un cezaevlerinden birindeydim, dava nedeniyle Ankara’dan bizim cezaevine nakledilenler oldu ve hepimiz sorduk: ’Mümtaz Hoca ne yapıyor, nasıl, aslanlar gibi değil mi?..’

Hayır,’ dedi Ankara’dan gelenler. ’Hiç de bizim umduğumuz gibi ‘halkçı’ çıkmadı. Acayip snop davranıyor, hepimizi küçümsüyor, nereden düştüm bu ipten kazıktan kurtulmuşların arasına, der gibi davranıyor. Sanki yanlışlıkla içeri alınmış da hatanın düzeltilmesini bekleyen bir İngiliz lordu…’ diyor” yazısında Alev Er.

Bir de şunları söylüyor Alev Er:

Geçenlerde, AKP’nin iktidara gelmesine ilişkin bir değerlendirmesini okudum Mümtaz Soysal’ın. ’Okuyan okumayan, eğitimli eğitimsiz herkese oy hakkı verilirse işte sonuç böyle olur’ anlamına gelen bir şeyler söylüyordu. ”

Hocamız aslında bu seçkinci fikriyle her şeyi anlatmış oluyor. Bu düşünceyi biraz açarsanız, yarın başka partilerin iktidara gelmesiyle ‘Kürd’e, Arap’a, Emeni’ye, Laza, Çerkez’e oy hakkı verirseniz böyle olur’ cümlesine ulaşırsınız.

Yani ’sevgili hocamız’ herkese ders verdiĝi büyük bir teorik enternasyonalist çıkıştan sonra, pratikte kendisini inkar eden sıradan bir milliyetçi olup çıkıyor.

Mümtaz Soysal enternasyonalizmin teorisyenliĝinden miliyetçilik bataĝına düşüyor.

Kosovalı Mihone Ablam yurtseverlik pratiĝinden enternasyonalizme ulaşıyor.

Bundan sonrası ne olur? Alev Er’den alıntılayalım:

Ve Mümtaz Soysal, tam da bu demokrasi ve cumhuriyet anlayışı nedeniyle, 1983’ten, KKTC’nin bir oldubittiyle kurulduğu günden bu yana da Denktaş’ın anayasa danışmanı.

Halkının seçtiği başkan olmaya değil, halkını seçen başkan olmaya hayatını adayan, halkı ondan umudunu kesip başka ülkelere göçtükçe Türkiye’den kendisine biat edecek halk ithal eden Denktaş’ın.

Türk derin devletinin en büyük temsilcilerinden Rauf Denktaş’ın

Mümtaz Soysal şimdi her şeyden elini ayağını çekmiş Köyceĝiz’de sakin bir gölün kenarında yaşıyor ve ruh halini, “bu durgun göl gibiyim çok zaman” diye tarif ediyor. Bu kadar çelişkili bir hayattan sonra durgun bir göl kadar sakin olabilmek büyük bir başarı elbette. Çünkü hiçbir şekilde geçmişinin muhasebesini yapmadıĝını gösterir. Eĝer haktan, adaletten, mazlumdan yana bir muhasebe yapmış olsaydı şimdi ruh halinin durgun bir göl gibi deĝil, fırtınalı bir deniz gibi olması gerekirdi.

Mihone Abla mı? O durmuyor, çünkü enternasyonalizmde ne durmak, ne durgunluk vardır.