Kamran İnan, hukukçu ve diplomattı. Isviçre’de hukuk doktorası yapmıştı. Yıllarca deĝişik ülklerede diplomat olarak çalıştı; bir çok kez milletvekili olarak seçildi. Devlet onu enerji bakanı yaptı, ama dış işleri bakanı yapmadı. Çünkü Kamuran Inan, Hizan (Bitlis) Şeyhleri’nin 1913’teki isyanından sonra idam edilen Seyit Ali’nin torunuydu. Kendisi Kürt kimliĝinden cüzzamdan kaçar gibi kaçsa da, dedesinden dolayı, devlet için dış işleri bakanı olacak kadar güvenilir bulunmamıştı. Kamran İnan öldüĝünde TBMM’de cenaze töreni istemedi. Bu tavır da herhalde yaşarken ifade etmediği veya edemediği, dış işleri bakanı olamamaya gösterdiĝi tepkinin ifadesiydi belki. Ama devletin yaşarken yeterince kullandıĝı Kamuran Inan, cenazesiyle gösterdiĝi tepkinin, devletin hiç de umurunda olmadıĝını anlamışmıydı acaba?
Azimet Köylüoğlu, Tansu Çiller’in kurmuş olduğu 50. Hükümet’te Insan Haklarından Sorumlu Devlet Devlet Bakanı olarak atandı. Köy yakılmalarının tartışıldıĝı günlerde bir televizyonun canlı yayında “şu anda köyler yanıyor” müjdesini(!) vermek onun payına düşmüştü. Devlet, Kürt köylerinin yakıldıĝını bir bakan Kürdün aĝzından duyurmuşu.
Türkiye’deki siyasetin son 50 yılında isimleri sıkça duyulan, ama aĝızlarından ‘Kürt’ sözünü duymadıĝımız Kürt zevattan rastgele seçtiĝimiz birkaç ismin pür hali melalini anlatalım:
Bedrettin Dalan, Eski Istanbul Belediye başkanı, “Kürtçe 600 kelimeden ibaret” dedi ve devam etti “Benim annem babam Kürt’tür. (yani ben deĝilim diyor hazret!) Beni dövecekleri zaman, aralarında Kürtçe konuşurlardı; ama araya iki tane Türkçe kelime sokmak zorunda kalırlardı. Çünkü, o kelimeler Kürtçe’de yok. Kürtçe’yi zengin bir dil olarak iddia edenler ki, 100 bin kelime var diyorlar, 50 bin kelime ile bir kitap yazsınlar, bastırması ve dağıtması bana ait. Hodri meydan” Belediye başkanlıĝına yükselen kariyerinde neleri kendisine basamak yaptıĝı açıkça görülmüyor mu?
Bekir Bozdağ, Erdoĝanın adalet bakanıydı. Yozgat‘ın Akdağmadeni ilçesine baĝlı Kayabaşı köyündedir. Köy hakkında https://nisanyanmap.com’da şu bilgiler bulunmakta. “Batı Trakyalı ve Sivaslı Türkler ve Adıyaman kökenli Mehinan aşiretinden Kürtlerin yaşadığı bir köydür. Bekir Bozdağ bu köyün Kürtlerindendir” Yani anlayacaĝınız Bekir Bozdaĝ ve Murat Bozlak farklı şehirlerden olsalar da aynı aşiretin mensubudurlar. Kendisi bakan iken Kürt olduĝunu dile getirmedi, getiremedi. Erdoĝan “benim Kürt bakanım var” dediĝinde anlamıştık Kürt olduĝunu.
Bu isimleri çoĝaltmak mümkün; Hikmet Çetin, Abdül Kadir Aksu, Edip Safter Gaydalı, Mehmet Kahraman, Kemal Kılıçdaroĝlu…
Bir de Mehmet Metiner var herkesin çok iyi tanıdıĝı, ‘Kürtlükte’ direnen Kürtlere küfrettiĝi için, her akşam bir televizyonda arzı endam eden bu bu türden zevatın tam ‘dip noktası’…
Bir de Kürt olmakta, insan olmakta direnenlar var.
Lozan görüşmeleri esnasında, Kürtlerin hakları konusunda çıkan problem dolayısıyla, Mecliste yer alan Kürt mebuslardan, Meclise Kürt kıyafetleriyle gelerek “Türk ve Kürt halkının birlik ve beraberlik içerisinde yaşadıklarına” dair Lozan’a bir telgraf çekmeleri istenir.
Kürt mebuslar, Kürt kıyafetleriyle Meclise gelerek istenen telgrafı çekerler.
Bu mebuslardan biri de, 1920-1923 yılları arasında Dersim mebusu olan Hasan Hayri Kango’dur.
Hasan Hayri Kango, 1925 yılında Doğu İstiklal Mahkemesinde yapılan yargılanması sonucunda idam cezasıyla cezalandırılıp hüküm ertesi gün infaz edilir. Idam edildiĝinde daha 44 yaşındadır.
Idam cezasına sebep olan ‘suçları(!)’ arasında telgraf çekmek için Meclise gelirken giymesi istenilen Kürt kıyafetleriyle meclise gelmiş olmakta vardı.
Sonraki yıllarda az çok kendisini Kürt halkının temsilcisi olarak gören ve bu misyonu yüklenmeye çalışan vekillerin başına neler getirildiĝini hepimiz yaşayarak gördük.
1978-79 Ecevit hükümetinde Bayındırlık Bakanı olan Şerafettin Elçi, bu dönemde “Türkiye’de Kürtler var, ben de Kürdüm” şeklinde yaptığı açıklamayla adından söz ettirmişti. 12 Eylül sonrası bu açıklamasından dolayı tutuklanarak otuz ay kadar cezaevinde yattı ve on yıl siyaset yasağı aldı.
Yani ‘Kürt’üm demenin maliyeti ‘otuz ay hapis cezası’ ve ‘on yıl siyaset yasağı’ydı Şerafettin Elçi için.
Leyla Zana’nın Meclis kürsüsünden sarfettiĝi kardeşlik dileĝi içeren Kürtçe bir cümlesi, bütün Türkiye’yi ayaĝa kaldırmıştı. Traji-komik olan bu sırada Meclisi yöneten Meclis Başkanı Palu’lu (Elazığ) Kürt Ali Rıza Septioğlu idi. Yani Kürtlükle ilgili bir iddianız yoksa Meclise başkan olabiliyordunuz; Meclis kürsüsünde Kürtçe bir cümle sarfedecek cesaretiniz varsa, bütün bir ülkenin linç hezeyanlarıyla yüzyüze kalabiliyordunuz.
Sonrası hepimizin hafızalarında halen çok canlı. Meclisten yaka paça atılan milletvekilleri. Polisin ensesinden tutmasına direnen Orhan Doĝan’ın görüntüsü hiçbir Kürdün unutmaması gereken görüntülerdendir.
Leyla Güven ve Musa Farisoĝulları’nın milletvekillikleri iptal edildi.
Leyla Güven hapiste.
Ülkenin üçüncü büyük partisinin eşbaşkanları dört yıldır AIHM’nin “hemen serbest bırakılsın” kararına raĝmen hapisteler.
Ömer Faruk Gergerlioĝlu’nun milletvekilliĝinin iptalinden sonra, HDP için kapatma davası açıldı.
Ömer Faruk Gergerlioĝlu, Meclisteki direnişinin beşinci günü, bugün sabaha karşı, abdest alırken, giyinmesine müsade edilmeden pijamalarıyla tutuklandı.
Sözün özü, ‘Kürt’ olarak Kürde, Mecliste, dahası devletin hiçbir kurumunda yer yok. Kürtlüĝünü inkar eden her Kürt ise, inkar ettiĝi Kürtlüĝünü kendisine basamak yapıp devlet bürokrasisinde istediĝi yere kadar yükselebilir. Devlet için deĝerleri bir işlevleriyle sınırlıdır. Işlevleri bitince unutulup giderler. Hayatları, hayatta yükselişleri bir trajedi olanların düşüşleri ve ölümleri de trajedidir.
Direnenler ise, “tarihin en güzel yerinde son sözü söylerler”. Hayatları pahasına savundukları deĝerler miras kalır kendilerinden sonrakilere ve her kuşakta bu miras büyütülerek bir sonrakine kalarak büyümeye devam eder.