Erdoğan’ın 24 Eylül 2024 BM Genel Kurul kürsüsünden yapmış olduğu
konuşmasında dikkat edin, sadece “İsrail yönetimi” yerine “Türkiye
yönetimi” ve “Filistinliler” yerine “Kürtler” kelimelerini koymanız
yeterlidir. Çünkü tüm konuşma boyunca tam da kendi iktidarında yıllardır
Kürtlere karşı yapılan zulüm anlatılıyor gibiydi.
Türkiye’nin, Irak’a ABD’nin girmesindeki desteği, Suriye’nin bu hale
gelmesindeki rolü, Libya’ya yaptıkları ortadayken, Netenyahu ile her türlü
ilişkileri devam ediyorken, BM’de İsrail ve Netenyahu’ya verip
veriştirmenin hamasetten başka bir şey olmadığı zaten kısa sürede ortaya
çıkmış oldu.
Her ne kadar Erdoğan, kendi siyasi geleceği için “İsrail’in Türkiye’ye
saldırabileceği” yönünde bir cümle sarfetmiş ise de, iktidarın bu ikircikli
siyaset anlayışının günün sonunda Türkiye’yi İsrail’in hedefi haline
getireceği reel bir gerçekliktir. Çünkü devletler arası ilişkilerde dostluk,
güven vb şeyler yoktur, sadece çıkarlar vardır ve Ortadoğu’da kazan
kaynarken, her gün sürecin nereye evrileceği bilinmezken, Türkiye içeride
ve dışarıda gerekli önleyici hamleleri yapmadığı takdirde bu sondan
kaçması olası görünmemektedir.
2013-2015 tarihleri arasında sürdürülen barış/çözüm sürecinin belirli
güçlerce akamete uğratılmış olması, bugün gelinen aşamada kendisini
dayatan iç cepheyi güçlendirmek arayışlarında, tarafları temkinli/ihtiyatlı
bir ruh haline soktuğu görülmektedir.
Önceki dönemde, Ulusalcılar/Milliyetçiler/Fetö/Derin Devlet vs gibi güçler
tarafından çözüm sürecinin sona erdirildiği söylemlerine örnek olarak, bir
özel harekat polisinin söyledikleri sanırım süreci anlamak için yeterince
bilgi vermektedir.
Sonradan yurt dışına kaçan bir özel harekât personelinin medyaya yansıyan
açıklamalarına göre; “Cizre’de 120 cesedin çıkarıldığı bodrum olayında
devlet önleyici tedbirler veya daha az zararla kurtarma girişimine hiç
girmedi. Direk tanklarla operasyon yaptı ve bu iş başından kurguydu,
hendekler göz göre göre kazdırıldı.”
Yeni bir barış sürecinde, geçmiş dönem pratiklerinin göz önünde
bulundurularak, sürecin şeffaf yürütülmesi ve tarafların samimi olmaları
hayati önemdedir.
Gültan Kışanak’ın da belirttiği gibi, “Siyasi söylemler kolay değişir ama
toplumsal duygular kolay değişmez. Toplumsal zeminde barışa dair
duyguların daha kalıcı olduğunu düşünüyorum. Güncel baskılar devam
ediyorsa da üzerindeki küller atılınca toplumda barışa dair umut ve
beklentinin hâlâ büyük olduğunu görüyoruz.”
Bir ömür boyu devletin nefret saçan ötekileştirici söylemlerine maruz
kalanların insancıl değerlerini koruması kolay değildir. Bu nedenle bu
sürecin sivil ayağı olan toplumsal desteği sağlamak elzemdir. Olumsuz
sonuçlanmış geçmiş dönem sürecinden sonra yaşanan acıların ve ödenen
ağır bedellerin etkisiyle çok güvensiz olan Kürt halkının olası bir barış
sürecine dahlinde özellikle DEM Partiye büyük sorumluluk düşmektedir.
Türkiye’nin içeride ve dışarıda, her anlamda bu kadar sıkıştığı bir
dönemde, Ortadoğu’da gelmekte olan ateş topu karşısında, kurucu bir irade
ile bir karar verme noktasına gelindiğinin kabulü gerekir. Astral seyahat
yapanlar bile Ortadoğu’da büyük değişiklikler olacağını söylerken:)),
Türkiye ya içeride ve dışarıda yapacağı barışçıl ve demokratik hamlelerle
güçlenecek ya da Ortadoğu için her gün başka başka planlar yapan
Emperyal güçlerin hedefi haline gelmekten kurtulamayacaktır.
İktidar cenahında, “geçmişteki gibi bir çözüm sürecinin asla olmayacağı”
şeklindeki açıklamalar ve toplumda iktidarın sadece kendi bekası için
Anayasayı değiştirmek istediği yönündeki kaygı, iktidarın her zamanki gibi
sağduyudan uzak ve günü kurtarma hesaplarıyla hareket etmesinden
kaynaklıdır.
İktidarın oyununu bozacak olan CHP’dir. “İktidar, CHP elindeki Kürt
kartını almak için bunu yapıyor” veya “Anayasa’da bir iki ufak değişiklik
ile Kürt’lerin ağzına bal çalıp esas kendi başkanlığını sağlama alacak”
yönündeki toplumsal endişeleri de ortadan kaldıracak olan da yine
CHP’dir.
Hem Erdoğan’ın başkanlığının devamı için hem de CHP’nin böyle bir
süreçte özne haline gelebilmesi için Kürt siyasi hareketi kilit
pozisyondadır. Tüm koşulları itibariyle kendisini dayatmış olan olası barış
sürecinde, CHP süreci sahiplenerek, Anayasa’da demokratik değişikliklerin
yapılmasında öncü rol oynayarak ve böyle bir süreçte önemli bir aktör
haline gelerek ancak iktidarın oyununu bozabilecektir. Aksi durumda
Erdoğan’ın yine oyun kurucu olmasına hizmet etmiş olacaklardır.
Böyle bir süreçte hem iyimser hem de ihtiyatlı bir duruş sergileyen DEM
Parti, ne iktidarın ne de muhalefetin siyasi hesaplarına malzeme olmayacak
kadar güçlü bir siyasi öngörü ve deneyime sahiptir. Her kim kendi siyasi
istikbali için politik tuzaklara tevessül ediyorsa, bilinmelidir ki kaybeden
kendileri olacaktır. Nitekim Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ahval tam da
bu siyasi yaklaşımın sonucudur.
Avukat Eylül Yaylacı /19 Ekim 202