Demokrasinin kökenine baktığımızda, ilk olarak Antik Yunan’da, özellikle Atina’da ortaya çıktığını görürüz. Ancak bu demokrasi anlayışı günümüzdekiyle oldukça farklıydı. Oy hakkı yalnızca özgür, yetişkin, Atinalı erkek vatandaşlara tanınıyordu. Kadınlar, köleler ve yabancılar (metoikler) bu hakkın dışında bırakılmıştı. Ayrıca oy kullanabilen erkeklerin büyük çoğunluğu varlıklı sınıfa mensuptu, çünkü vatandaşlık ve siyasi katılım ekonomik güçle doğrudan bağlantılıydı.
Ancak zaman içinde demokrasinin gelişim ve dönüşüm süreci, onu bambaşka bir anlayışa evriltti. Başlangıçta yalnızca erkekler ve aristokratlar tarafından uygulanan bir yönetim modeli olan bu sistem, küresel ölçekte toplumun farklı kesimlerinin söz sahibi olabildiği bir yapıya dönüştü. Böylece demokrasi, yeni bir anlayışa bürünerek tabandan tavana yayıldı ve başkalaştı. Ancak bu dönüşüm durmayacak, zamanın ruhuna uygun şekilde gelişmeye devam edecektir.
Değişimden hareketle, Ortadoğu’da demokrasi anlayışı, İslam’ın ilkelerine aykırı olduğu düşüncesiyle özümsenmedi. Ayrıca, Batı Ortadoğu’ya nasıl oryantalist bir bakış açısıyla yaklaşıyorsa, Araplar, Farslar ve Türkler de benzer bir bakış açısıyla Kürtlere yaklaşmaktadır. Ve bir de ümmet kardeşlerimizin(!) Kürtlerin devasa kültürüne sahip olmalarını hazmedememe gibi bir hastalıkları da vardır.
Ve gelinen noktada, Kürtlerin demokrasiyi yaşamlarına dahil edip onu geliştirerek dönüştürme mücadeleleri övgüye değerdir. Buna örnek olarak Kuzey Suriye’yi gösterebiliriz. Kuzey Suriye’de inanç, din ve ideoloji ayrımı yapılmaksızın eşit bir yaşam inşa edilerek rol model olduklarını görmekteyiz.
Değil mi ki dedeleri, Selahaddin Eyyûbî de döneminde Ortadoğuyu adil bir şekilde yönetti ve adını tarihe yazdırdı!
Bu bağlamda, içinde bulunduğumuz coğrafyada demokrasiyi hayatlarına katıp geliştirme çabası gösteren Kürtler olduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda, tüm farklılıklara karşı da son derece demokratik ve hoşgörülü bir tutum sergilemektedirler.
Ortadoğu coğrafyasında pek rastlanmayan bir yaklaşım olsa da Kürtler, bu insani, etik ve demokratik duruşu başarıyla sürdürmektedirler.
Ancak enteresan olan şu ki, Kürtlerin dışa yönelik bu iyimser tutumları, kendi içlerinde aynı şekilde işlemez. Birbirlerine karşı demokrasiye kulaklarını tıkarken, toleransın “T” harfini bile göstermezler! Yani biz Kürtler, başkalarına karşı takdire şayan bir hoşgörü sergilerken, kendi içimizdeki farklılıklara karşı acımasız ve sıfır toleranslıyız! Herkese ayrı kulp takarız kimine hain kimine gerici kimine dinsiz deriz. Ama kendi mahallesinde iki kuruş kıymeti olmayan başkalarını da başımıza tac ederiz.
Kuşkusuz, Kürtlerin kendi içinde bir “öteki” yaratma olgusu rastlantısal değildir. Kürtlerin birbirini tüketmesi için aralarında karmaşa çıkarıp birlik olmalarını engelleyen birçok sosyolojik ve psikolojik etken bulunmaktadır. Bunun en büyük nedeni ise şüphesiz Kürtlerin farklı sınırlar içine bölünmüş olmasıdır. Dolayısıyla farklı kültürlerle yaşamaya mecbur bırakılmaları, birbirinden ayrı toplumsal yapılar ve kimliklerin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Yine de bunca baskıya ve emperyal müdahaleye rağmen benzerliklerini koruyabilmeleri takdire şayandır. Aslında bu direnç nedeniyle Kürtleri yürekten takdir etmek gerekir. “Kürt inadı” dedikleri şey bu olsa gerek. Örneğin, yaklaşık beş asırdır Orta Anadolu’ya sürgün edilen Kürtlerin özünden taviz vermemesi olağanüstü bir durumdur, adeta bir mucizedir. Kürtler devasa ve zengin bir kültüre sahiptir. Kürtler, kendi içlerindeki bu zenginliğin değerini bilmeli ve öncelikle demokrasiyi ve toleransı kendi içinde sağlamalılar. Özellikle farklı inançlara sahip aydın ve öncülerin, bu sorunun çözümü için birlikte söz söylemeli ve ortak bir tutum almalılar.
Ve özellikle kendini Kürt aydını olarak lanse eden, ama aslında sadece rüzgarın estiği yöne göre hareket eden çıkarcı ve egoist tipler de kendilerini gözden geçirmeli, amaçları sadece kendilerini var etmek olmamalıdır.
Bilhassa kendi milletinin derdiyle dertlenen Kürt aydınları, bu konuda sorumluluk almalı ve gerek reelde gerekse dijital platformlarda Cîgerxwîn’in şu sözünü “Eger hûn nebin yek hûnê biçin yêk bi yêk” rehber edinerek tavır almalıdırlar. Kürt aydınlarının boşa harcayacak bir dakikası olmamalıdır. Benzer şekilde Kürt diasporası da bu bilinçle hareket etmelidirler.
Sosyal medyanın sunduğu imkânlardan faydalanmak önemlidir. Hem reelde hem de bu mecrada Kürt aydınları, STK’lar ve siyasetçiler başta olmak üzere, bu yıpratıcı durumu aşmak isteyen herkes elini taşın altına koymalıdır. Özellikle bu platformda yıpratan ve ötekileştirici dilden kaçınılmalılar.
En azılı hasmınıza bile tolerans gösterirken kendi içinizde acımasız bir tavır sergilemek asla etik değildir. Örneğin, X (Twitter) odalarını birer kaynaşma ortamına dönüştürmek neden mümkün olmasın? Hiç olmazsa, en azılı hasmınıza gösterdiğiniz toleransın bir kısmını kendinize göstermiş olursunuz.
Bir tutam demokrasi, biraz da toleransı kendimize ayıralım. Emin olun zarardan daha çok yararı olacaktır.
Kürtler, kendi içlerindeki çelişkileri bertaraf etmek zorundadır. Aksi takdirde, tarihte büyüklerimizin yaptığı hatalar nasıl eleştiriliyorsa, hatta kimi zaman ağır sözler söyleniyorsa, yarın evlatlarımız da bizi aynı şekilde eleştirecek, belki de lanetleyecektir. Bilesiniz