’’ Öykü ’’
VA Dİ, VA Dİ ?
Eşimle birlikte, doğum günü kutlamasının yapıldığı salonun oto parkından çıkarak salonun ana giriş kapısına doğru yürümeya başladık.
Salonun içerisinden kıvrak ritimleriyle ‘’ ankaranın bağlarıda büklüm büklüm yolları ’’ oyun havasının ritmik sesi yavaş yavaş kulaklarımıza gelmeye başlamıştı.
Düğün salonunun ana kapısının içeri girip tek olan oğullarının doğum günün kutlamasını düzenleyen ve bizi kutlamaya davet eden arkadaşım ile eşi içeri giren misafirleri ayakta karşılayarak sıcak bir şekilde hoş geldin diyorlardı. Bir masaya yönelerek tanıdığımız bir ailenin yanına oturduk.
Sahnede, şimdi de ’’ atla gel çekirge ’’ oyun havası çalıyor ve başta doğum günü kutlaması düzenlenen çocuğun anne ve babası olmak üzere diğer misafirler mutluluk içerisinde hararetle hoplayıp zıplıyorlardı.
Doğum günü kutlaması yapan arkadaşım eskiden kürt derneğinde uzun bir süre aktif olarak çalışmış fakat ne hikmetse market işine girdikten bir süre sonra dernek ile ilişkisini kestiği gibi artık kürt sorununu tartışmaktaktan da kaçınmaya başlamıştı artık.
Aslında bu kutlamaya gelmezdim ama, bu arkadaşın daha önce benim oğlumun sünnet
düğününe getirdiği hediyesini geri iade etmek için gelmek zorunda kalmıştım.
Çalınan müzik biraz yiksek sesle çalındığı için sık sık dışarı çıkıp birer sigara içiyorduk.
Dışarıda öbek öbek ayakta sigaralarını içen erkekler bir taraftanda oldukça yüksek sesle kürt meselesini tartışıyorlardı.
Sürekli olarak üst üste sigara içen ve eskiden ’’ Türkiyeli işçiler derneğinin ‘’ başkanı olan ancak şimdi de ikiye bölünmüş bir kürt örgütünün parçalanmasından sonra ortaya çıkan bir kolunun başkanlığını yapan artık orta yaşını da aşmış olan Mehmet abi yüksek sesle konuşuyordu.
– HDP’nin politikaları olan ’’ Ortak vatan ’’ , ‘’demokratik cumhuriyet’’ ve ‘’türkiyelilik’’ siyasetleri devletin gizli güçlerinin bizi engellemek için ortaya attığı politikalardır.
Biz en az, ’’ fedarasyon ’’ dan yanayız. Ancak örgüt, şiddet eylemlerine çanak tutan devletle birlikte hareket ederek bizim gelişmemizin önünde engel olmaktadır diyordu.
Yine kendi örgütünün siyasetinin en mutlak doğru yol olduğunu ve kürt sorununu ancak onların çözeceğini söylerken ayakta duranlardan birisi söz aldı;
– Yahu Mehmet abi, peki HDP devlet ile işbirliği yaparak mı başta partinin eşbaşkanları olmak üzere on binlerce parti çalışanı zindanlara atıyorlar dediğinde, sözü Mehmet abi tarafından kesildi;
– Eee, bu kadar insan niye ölüyor, köyler niçin batıya göçertiliyor ve kürtler artı kürtçe bile konuşmaktan kaçınıyorlar. Aslında devlet demokratik açılımlar yapıp demokratik hakları verecek fakat, örgüt şiddet politikalarını sürdürerek hükümeti zor duruma düşürmektedir.
Hatta hükümetin demokratikleşmesine yardımcı olmak üzere bizim genel başkanımız avrupadan ülkeye dönmüş ve TBMM’de örgütün teröristliği hakkında toplantılar düzenlemiş ve de o zamanlar yeni açılan TRT 6’ ya bizim şimdiki başkan Latif Epözdemir programlar yaparak yardımcı olmuştu.
– Ayakta tartışanlar sözlerini daha da yükselterek birbirlerine laf yetiştiriyorlardı.
Ben tekrar içeri geçerek masama oturduktan biraz sonra yemekler gelmeye başladı.
Yemeklerimizi yedikten sonra davet sahibi pandemi nedeniyle bu salonu ancak saat: 17’ ye kadar kiralayabildiklerini belirtti.
Ancak, kutlamayı kendi evlerinde kutlamaya devam edeceklerini ve benim eşimle birlikte buradan hep beraber arkadaşımın evine gitmemizi istedi bizden.
Böylece bir kaç araba ile hep birlikte arkadaşımın evine doğru yola çıktık.
Arkadaşımın oturmakta olduğu müstakil evin kocaman salonunda kocaman bir masanın etrafında oturmuş ve getirilen şarapları yavaş yavaş yudumlamaya başlamıştık.
Bir süre sonra kapının zili çaldı ve içeriye, yüzündeki gülümseme ve sempatik hareketleri ve yine karizmatik yapısıyla gelen kişi ister istemez hepimizin dikkatini çekmişti.
İnce çerçeveli zarif gözlüğü ve yeni siyaha boyanmış saçları ve bıyıkları ile ile şakalar yapan bu yeni misafir tüm salondaki misafirleri kahkahaya boğuyordu.
Orta anadolu kürtlerinden ve 1980 li yıllarda mülteci olarak Norveç’e gelmiş olan bu misafir yine o yıllarda bir kürt hareketinin kurucu kadrolarından birisi olup daha sonra siyaseti bırakarak üniversiteye giderek psikoloji okuyarak ’’ Psikolog ’’ olduğunu ve bu mesleğin önde gelen ve tanınmış simalarından birisi olduğunu öğrendik diğer misafirlerden daha sonra.
Konu nasıl olduysa dönüp dolaşıp okul öncesi çocuklara en iyi hangi lisanın öğretilmesi gerektiği üzerine gelmişti.
Misafirlerden daha önce Türkiye’de öğretmenlik yapan bir tanesi, en doğrusu çocukların en başta türkçe dilini öğrenmesi gerektiğini ve yine çocuk yuvalarında zaten çocukların bu ülkenin lisanı olan Norveç’çeyi de öğrenebileceklerini söyledi. Ve yine sözlerine devamla, çocuklara ilk önce kürtçe öğretmenin hiç bir faydasının olmayacağını ve çocukların Türkiye’ye izine gittiklerinde türkçe bilmedikleri için çok sıkıntı çekeceklerini söyledi.
Sözlerine, hem kürtçe ve hemde türkçe öğretilen çocukların daha sonra başka bir yabancı lisan öğrenmelerinin çok zor olacağını söyleyerek devam etti.
Tam o esnada misafirlerden bir tanesi de kürt çocuklarının her şeyden önce kendi anadilleri olan kürtçe’yi öğrenmelerinin hem onların başka yabancı bir dil öğrenmelerinin daha kolaylaştıracağını ve bu anadil öğrenmenin daha sonraki kişilik gelişiminde olumlu bir rol oynadığının tüm eğitimci uzmanlar tarafından dile getirildiğini söyledi.
– Hemen karşısında oturan Psikolog bir eliyle siyaha boyadığı bıyıklarını düzeltirken aynı zamanda diğer eliyle ise ince çerçeveli o zarif gözlüğünü iyice gözüne yerleştirirken söz aldı;
– Bence en doğru olan, ilk önce çocuklarımıza bulunduğumuz ülkenin dilini öğretmektir. Çocuklar kendi anadillerini daha sonra zaten öğrenirler diye düşünüyorum.
Norveç akademik çevrelerinde çok iyi tanınan ve yabancı gençlerin sorunları ile ilgili konularda sık sık televizyon programlarına ve panellere katılan bu misafir bir psikolog olarak, anadil eğitiminin o kadar da önemli olmadığını da sözlerine ekledi.
Ayrıca, çocuklara anadil eğitiminin de entegrasyon için büyük bir engel olduğunu da sözlerine ekledi.
Tam o sırada yandaki bir odadan bir çocuk ağlaması duyuldu.
Tüm misafirler bu ses nereden geliyor diye etrafa merakla bakınırken, odanın kapısı açılarak ev sahibinin eşi ile birlikte 3-4 yaşlarındaki bir erkek çocuğun bize doğru yöneldiğini gördük.
Küçük çocuk bir eliyle annesinin elini tutmuş diğer eliyle de bizi göstererek;
– Va di, va di ? ( Norveç dilinde ’’ hva er det/bu nedir ’’ ? diye soruyordu annesine.
Annesi ise çocuğa dönerek;
– De er våre gjester ( Bunlar bizim misafirlerimizdir.) diyerek cevaplayınca çocuk yine;
– Va di, va di ? diyerek söylenmeye devam etti.
Çocuk bir taraftanda misafirlerin arasında dolanarak kimi misafirlerin kravatını kimi misafirlein de mobil telefonlarını parmağıyla işaret ederek ‘’ Va di, va di ’’ diye sorarak misafirleri rahatsız ediyordu.
Çocuğun anne ve babası bu olanlardan bayağı canları sıkılmış ve ne yapacaklarınıda bir türlü kestiremiyorlardı.
Bu esnada, psikilog olan misafir küçük çocuğun kollarından kavrayarak dizlerinin üzerine oturtarak, çocuklarla çok yumuşak ve şevkatli bir sesle konuşmak gerekir diyerek çocukla konuşmaya başladı;
– Bak yavrum, ne kadarda sevimlisin ismin ne senin bakayım diyerek çocuğa sordu.
Çocuk ise misafire yan yan bakarak;
– Va di, va di ? diyerek cevap verdi.
Bak oğlum ismini sordum senin, ismini söylermisin bana !
Çocuk ise yine; ’’ Va di, va di ’’ diyerek misafiri cevaplarken bir taraftanda adamın yeni siyaha boyanmış bıyığından tutup çekiştiriyor ve bir taraftan da;
– ’’ Va di, va di ’’ diye söyleniyordu.
Bunun üzerine anne çocuğu kendi kucağına almak isteyince, misafir buna engel olarak;
– Bakın dostlar, çocukla konuşmaktan hiç yorulup vazgeçmeyiniz. Israrla çocuğun sorduklarına cevap vermeye çalışınız diyerek sürdürdü sözlerini.
Adamın çocukla konuşma isteği, sürekli olarak çocuğun; ’’ va di, va di ’’ sözleriyle kesintiye uğruyordu. Çocuk parmağıyla adamın burnunu tutarak;
– ’ Va di’ va di ’’ diye sorduğunda adam;
– Çocuklar ne yaparlarsa yapsınlar asla sinirlenmemek ve onun anladığı dilden cevap vermek gerekir diye sürdürdü sözlerini.
Daha sonraki günlerde çocuğun annesinin anlattıklarından anladığımız kadarıyla, çocuğun zihinsel gelişimi biraz yavaş olmuş ve şimdilik söyleyebildiği tek söz ’’ va di ’’ sözcüğü idi.
Psikolog, tüm misafirlerinde sabrını taşıracak derecede tölaranslı davranarak çocuğun tüm sorduklarına sabırla cevaplamaya çalışarak sohbetine devam ediyordu.
Psikolog konuşmasını sürdürürken küçük çocuk çok ani bir refleksle adamın o ince çerçeveli zarif gözlüğünü eliyle tutup çekip yere atıp ve yine hızlı bir hareketle parmağını adamın gözünün içine sokmaya başladı ve bir taraftan da;
– Va di, va di ? diyerek söylenmeye başlamıştı.
Hepimiz şaşkınlık içerisinde bu olup bitenleri izlerken, adam ani bir hareketle dizlerinin üzerine oturttuğu çocuğu şiddetle yere atarak yerinden fırladı ve kırılmış gözlüğünü alarak
’’ va di, va di, va di ’’ ’’ ulan, senin de çocuğunda ‘’ diyerek bağıra bağıra dış kapıya doğru koşarak ayakkabılarını bile giymeye fırsat bulamadan dışarı attı kendisini.
Kimse, ne olduğunu bir türlü anlayamadı ve o misafiri de bir daha gören olmadı.
Aradan yıllar geçti ve bu olay unutuldu gitti.
Tercümanlık yapmak için çağrıldığım Stavenger şehrinde bulunan ’’ Trekanten Worsegaarde as ’’ adlı ‘’ Dement‘’ (Bunamış ) yaşlıların kaldığı bir huzurevine gitmiştim.
Bekleme odasında beklerken hemen yan tarafta bulunan cam ile ayrılmış bölmede bir sandalyede oturmuş bir şahıs dikkatimi çekmişti.
Kırlaşmış saçları, buruşmuş yüz hatları ve ince çerçeveli gözlük takmış adamı hatırlamak için hafızamı zorlamaya başladım.
Ben böyle düşünüp dururken, yan bölmedeki adam oturduğu sandalyeden kalkarak benim oturmakta olduğum bekleme salonuna girdi.
Adam gayet yorgun ve yavaş adımlarla benim tam önümden geçerken, parmağı ile masanın üzerinde duran not defterimi işaret ederek ’’ Va di, va di ’’ diye sorduktan sonra yoluna devam edip gittiğinde onun arkasından öylece bakakaldım.
Onun, kim olduğunu anlamakta fazla gecikmedim.
Yusuf Z. Sütcü
Kopenhag, 28. Eylül 2021