Bir Minnettarlık Mektubu/ Abdullah Kaya

Sevgili yold aşım, kardeşim, arkadaşım…

Seni tanıyacak, seninle tanışacak fırsatım olmadı. Seni ne gördüm ne de duydum…

Hatta şimdi senden binlerce kilometre ve aramızdaki ülkelerce uzaĝım… Ama sana bir mektup yazacak kadar da yakınım.

Mektup, yıllarca önce yollarınızın ayrıldıĝı arkadaşınla benim yolumun kesişmesi ve onun senden yıllar sonra aldıĝı haber nedeniyle yazıldı.

Sevgili yoldaşım, kardeşim, arkadaşım…

Senden haber aldıĝımda, çıktıĝın yolun 24. günündeydin. Senin yolunu tarif için sadece bir rakam vermenin ne kadar kifayetsiz olduĝunu, ne kadar yavan kaldıĝını biliyorum, ama beni baĝışla, o büyük eyleminizi tarif edecek bir sözü benim bulmam mümkün deĝil; zamanı geldiĝinde tarih, o sözü söyleyecektir.

Arkadaşın, yıllar önce yollarınızın ayrılması dolayısıyla ona kırgın olabileceĝini düşündüĝünden, sana biraz da çekinceli bir selam göndermişti. Ama aldıĝı cevap onu rahatlatmış, beni bir kez daha şaşırtmıştı…

Arkadaşın yanılmıştı senin kırgın olabileceĝini düşünmekle… Nasıl da unutmuştu senin yıllar önce yollarınız ayrılırken, senin bütün ”aĝırlıklarından” kurtulacak bir yol seçtiĝini ve bu yolda artık senin için ne ”nefis” ne de ”kırgınlık” gibi kişisel hiçbir hesabın kalmadıĝını…

Arkadaşın ve ben, bütün ”aĝırlıklarımızla” yolumuzda ilerlerken, hiç olmazsa istikametimizin sana doĝru olması için bir çaba içindeydik… Yani anlayacaĝın ”Hac’a giden karınca” misaliydik… f

Uzun sayılabilecek bir yoldaydık, senin ”ona hiç kırgın deĝilim, ama bana çocuklarının, Hêlîn’in ve Şanî’nin fotoĝrafını gönder” cevabını aktarırken, arkadaşının hayreti doruk noktasına çıkmıştı bir kez daha. Bense, ”bir yaĝmur yaĝsa” diye geçirmiştim içimden. ”Bir yaĝmur yaĝsa, hem de 40 gün 40 gece hiç ara vermeden; yaĝsa da şu kirlenen ruhumu temizlese…” Sonra içimden geçeni sorgulamıştım, ”neden bir yaĝmur yaĝsındı?” Elbette cevabı köklerimin gömülü olduĝu topraklardaydı. Öyle deĝil miydi sevgili yoldaşım, 40 gün 40 gecelik bir yaĝmurla temizlenen dünyada, yeni bir hayat, Nuh Peygamberin Gemisi’nin o topraklara konmasıyla başlamamış mıydı?

Uzun yolculuĝumuz boyunca, üzerimizde hep yaĝmur yüklü bulutlar vardı; ama bir damla olsun yaĝmadı. Yolculuĝumuzun sonunda dileĝimin kabul edilmeyişini , daha ruhumu “temizlemek” için yeterince çabalamamış olmaya yormuştum…

Sevgili yoldaşım, kardeşim, arkadaşım…

Şimdi istediĝin fotoĝrafı ben gönderiyorum sana…

Ve biliyorum; fotoĝrafı aldıĝında sen çocuklar gibi mutlu ve şen olacaksın, bedeninin her hücresinden beynine hücum eden bütün aĝrılarını unutacaksın, bir çocuk gülümsemesiyle elindeki fotoĝrafı yanındaki yoldaşına uzatacaksın, fotoĝraf elden ele dolaştırılarak bir 21. yüzyıl zindanının koyu karanlıĝını aydınlatacak…

Sen şöyle bir uzanacaksın, üzerindeki tavan aralanacak, gökyüzünü göreceksin, sonra gökyüzünde uçurtmaları ve uçurtmaların peşinden koşan çocukları göreceksin…

Ama keşke ben sana, “baştan sona çocuklara kesmiş bir ülkenin” fotoĝrafını gönderebilseydim…

Ama keşke ben sana, yüreĝi aĝzında “onbinlerin” yolunu gözleyen annelerin yürek sızısını dindirecek, “baştan sona oĝula ve kıza kesmiş bir ülkenin” fotoĝrafını gönderebilseydim…

Ama biliyorum, birgün, şimdi sana fotoĝrafını gönderemediĝim o ülkeye gideceĝiz…

Biliyorum o gün yaĝmur yaĝacak, şimdilerde kendisini bizden esirgeyen yaĝmur o gün esirgemeyecek. Sakin, sessiz bir yaĝmur ruhlarımızı temizleyecek, üzerimizde gökkuşaĝı açılırken çocuklarla elele tek tek şehirlere gireceĝiz…

Amed, Riha, Van…
Ve Mardin, Erzurum, Erzincan…
Ve Suleymaniye, Hevler , Duhok,
Ve Qamişlo, Afrin, Mahabat…
Murat, Munzur, Firat…
Zap Suyu, Cudi, Ararat…

Yanmış, yıkılmış köylere gireceĝiz, çocuk parkı tadında yeniden yapacaĝız o köyleri…

Daĝ başlarında bastırılmış dengbejlerin sesini serbet bırakacaĝız… O bir daĝ suyu gibi duru sesler, kah Dicle gibi hırçın, kah Fırat gibi dingin ovalara yayılırken, çocuklarla halaya duracaĝız…

Ve bir dünya kuracaĝız o ülkede… Yepyeni bir dünya… Bütün dünyanın gözlerini kamaştıracak kadar aydınlık bir dünya… Bir çocuk parkı tadında bir dünya kuracaĝız… Hepimiz bir piknik yerinde olacaĝız adeta o dünyada ve en aĝır işimiz, ancak o piknik yerinde uyuyan bebeĝi nöbetleşe beklemek kadar ‘aĝır’ olacak…

Sevgili yoldaşım, kardeşim, arkadaşım…

O gün çocuklarımıza “Onbinlerin” öyküsünü anlatacaĝız…

2400 sene önce, “Onbinlerin Dönüşü”nde, Ksenephon’un (Xenophon) anlattıĝı Kardukları anlatacaĝız çocuklarımıza…

2400 sene önce Kesenephon’un “Kardukların kimsenin hakimiyetini kabul etmeden özgür yaşadıklarını” yazdıĝını anlatacaĝız çocuklarımıza…

Ve Kesenephon’un “Karduklar’ın dağlar arasında yaşayan savaşçı bir halk” olduĝunu, “Kardukların dağlarda ateşler yakarak, bu ateşlerle biribirleriyle haberleştiklerini” ve “Karduklar’ın Spartalıların ve Yunanlılarınkinden daha kullanışlı ve rahat evlerde yaşadıklarını” yazdıĝını anlatacaĝız çocuklarımıza…

Ve çocuklarımıza, tarihin büyük rastlantısını anlatacaĝız, 2400 sene sonra bu kez, bu topraklarda siz “Onbinlerin” tarihin önünden muhteşem geçişini anlatacaĝız… Siz onbinlerin, “doĝum insanı ölümlü yapar ama ölüm insanı ölümsüz yapabilir” diyerek ölümsüzlüĝe yürüyüşünüzü anlatacaĝız… Onbinler’in hep birden, onbinler’in hep bir aĝızdan bir şarkı söyler gibi yürüdüĝünüzü anlatacaĝız çocuklarımıza…

 “Düşlerin sonsuza koştuĝu yerde” ve “sabrın çiçeklerini açtıĝı yerde” ve de “Tarihin en güzel yerinde”, son sözü sizin söylediĝinizi anlatacaĝız çocuklarımıza…

Ve tarihin, en güzel sözünü sizin için söylediĝini anlatacaĝız çocuklarımıza:

“Atilla Tuna’yı geçti,
Hanibal Alpleri,
Sezar da Rubikan nehrini geçti”

Onbinler canından geçti
Onbinler kendinden geçti
Onbinler kendi kendini geçti
Arkalarında eski her şeyi yakarak…