Biz de harç kardık ark açtık
biz de surlara saraylara taş kestik
karunlar gölgesinde açtık
bize de dehaklar vardı savaştık
insan olduk yürekliydik hem
hem insan olduk kaçtık
biz de harranın birinde diz çöktük de
bilmezlik çölünde yittik yüzyıllar
bizim de bu binada emeğimiz var
hawar heval
hawar
varlığına haleldir
beni yok saymak
varlığına halel
Sevgili Dostlar!
Huzurunuza gelmeden az önce Afrika’daydım!
Hemen iki milyon yıl kadar önce! Dört yüz bin yıl önceki dedem kromanyom; Homo Habilis’in, Erektus’un, Sapiens’in torunu Kromanyom ile başladı uzun ve bitmez göç yolculuğum! Kuşlardan akrabam dinozorların nesli tükenmeseydi var olur muydum bilmiyorum?
Az önce Afrika’daydım…
O zamanlar, elinde asasıyla yarı tanrı bir zalim yoktu! “Sayyad-ı bî insafa hizmetten zevk alan köpek”lerin ısırığından kalbim acımamıştı! Bu yüzden, Habilis’ten, Zağroslar’daki atalarıma dek kim yaşamışsa saygıyla anıyorum; mülk hırsıyla insanlaşmaya halel getirmedikleri, mülk yüzünden suçu, savaşı icat etmedikleri için…
Binlerce yıllık yolculuğumdan sonra şimdi paylaşmaktan aciz, sevgisini yalanlara armağan etmiş, ayakları her türlü sınıra dolaşmış bir acizim!
Şimdi Marsa yolculuk yapabilen ama sözcükleri topallayan bir yalancı; bulduğu ilaçla Azrail’in elinden ölmekte olan birini geri alan şifacı ama kimyasal bombayı bulan bir katilim!
Yaradılışıyla yaşıt kalbindeki sevgiyi, yaradılışıyla yaşıt iç beynindeki leşle, yani nefretle takas eden, sıradan, zayıf, paylaşma özürlü bir canlıyım!
Az önce Afrika’dan başladı göç yolculuğum…
Huzurunuza gelmeden az önce Zağroslar’daydım!
Zağroslar’dan indiğim doğrudur! Çünkü ölme biçimlerimiz değilse de mezarımızdan benzeriz Zağros’la! Ana karnındaki gibi, Hocker biçimi gömülmekten benzeriz…
Zağroslar’dan, uygarlığa açılan bir dünyaya yalınayak indiğim doğru… İkinci ve ama yeni bir dünyaya dönüştürücü, çok anlamlı bir göçtü, düzlüklere inişim. Islah edeceğim buğday çekti! Hatti yazıtlarında “Tohum Dağı” anlamında Ka Si Ya Re denilen Karacadağ çekti beni… Evcilleştireceğim atın sağrısı, sütünü sağacağım koyunun melemesi; döndüreceğim ilk tekerleğin gacırtısı, damıtacağım ilk şarabın esrik tadı, ilk yazıyı kazıyacağım kil tablet çekti!
İkinci göçüm inişeydi, hafifti, uygarlığın mıknatısı kanatlandırmıştı! Bir yandan yükümü alacak uygarlığın, öbür yandan çekemeyeceğim yükler yükleyeceğini bilemezdim!
Bilemezdim beni mülkün de beklediğini…
Huzurunuza gelmeden az önce Toroslardan Zağroslara, Adarbadegân’dan Körfeze büyük bir coğrafyada; ya bir uygarlığın kurucusu ya yıkıcısı ama mutlaka yolcusu olarak; mazlum, mağdur, savaşçı, savaştıran; kahraman ve korkaktım!
Bir Guti bir Hurri çocuğuydum az önce…
Kengi de denilen Sumer topraklarında yaratıyor, yaşatıyor ve öldürüyordum!
Az önce bir Mittani’ydim! Ne kaldığım yeri anımsarım ne göçtüğüm…
Ama ilk savaş arabalarından ok atanlardan biri de belki bendim…
Huzurunuza gelmeden az önce, siz Hatti deyin, ben Komia; bir konfedarasyonun yurttaşı olarak, bugün Akdeniz Bölgesi dediğimiz KizzuVatena’nın, Ege Bölgesi dediğimiz ArZewe’nin ve Kapadokiya’nın yollarına ter döken, kan damlatan bir göçmendim! Adarbadegândan taşıdığım Zerdüşt ateşi -ki o ateş Ezdan Ateş’in torunudur- Kappadokiya’da yakmaya devam eden bir rahip, bir Magi’ydim! Şimdi Müslüman Xelikân dilinde “Magi” bir hakaret sözcüğü olarak yaşar, “Mogi” diye başlayan bir küfürde! Oysa Ezdan, Güneş Kursu hâlâ kadınlarımızın iki kaşı arasında bir “Dak” olarak alından yanağa bile göç etmeden durur!
Huzurunuza gelmeden az önce; Asurî saldırıların oluşturduğu insan başlarından bir piramitten başını kurtarıp dağlara kaçan bir Dumili, bir dağlıydım! Zaza dediler! Hep dağlarda kaldığım için dilim çocukluğundaki gibi kaldı bu güne dek… Asurlular’ınKurti Coğrafya dedikleri yerlerde, kâh bir savaşta öldüm, kâh Amed Surları içinde destan yarattım!
Gözlerim hep ufukta, dizlerim derman yoksunuydu…
Huzurunuza gelmeden az önce bütün klanları toplayan Keyakisar’ın ordusuna katılmak için bir Xaldi’li olarak, kaşım çatık, yumruğum yumuk, yolları usandıracak kadar yol yürüdüm! Dicle’nin yatağını değiştirip,Ninova’yı sular altında bırakarak düşürenlerdenim!Heredot Amca’m benden övgüyle söz eder. Soylu der! Persler ne öğrendiyse Medler’den öğrendi der!
Ama belletilip de unutmadığım bir kötülükten bahsetmez; ihanetten! Ol ihaneti damarında kan gibi taşıyan biri ile Perslere teslim olduğum doğrudur! İhanet, direngen ruhumun ardında kirli bir gölge gibi süründü her dem! O damar bazen kirli nehir gibi akar oldu yazık ki!
Perslerle Partiya konfederasyonunda bulunduğum, Hristiyanlıkla malum kültürel kırılmalardan birini yaşadığım, yollara düştüğüm, inancım için savaştığım doğrudur!
Huzurunuza gelmeden az önce İslam ordularıyla karşılaştığım, yine yeni bir kırılmayla inancımı hem değiştirdiğim hem dönüştürdüğüm doğrudur… Önce Ezdan, sonra Zarahuştra yani Zerdüşt çocuğu olarak yine yeniden dağlara çekildiğim doğrudur. Bir ovadan bir ovaya bir Zilanî olarak savrulduğum doğru…
Mittani, Hatti, Med olmaktan, İslam’la, Şeddadi olmaya, Revandi, Mervani olmaya taşındığım doğrudur.
Adarbadegân’da bir Haftbohti iken, aşağılara göç ettiğim, göç ettiğim yerin adını Bohtan kıldığım, Eyyubî olduğum; Şirkuh yeğeni Selahaddin olup kuzeyden coğrafyamızı yemeye gelen Haçlıları gemilerine centilmence yolcu ettiğim doğrudur…
Kardeşim Alpaslan’a 10 bin Mervani atlı verdiğim, Diyojeni yendiğim; Bizans kaynaklarının Alpaslan’dan bahsederken “KurdishVesulyus” yani Kürt Kralı diye bahsettiği doğrudur…
Huzurunuza gelmeden az önce Horasan’daydım!
Hamedan’ın yani Heredot’unEcebetana’sının, yani Yekbeten’in oralarda… Bilmiyorum ne oldu, mezhebimden mi neden, yollara düştüm… Ayaklarım yol oldu yürüye yürüye… Bilinmez kaç yüz yıl yürüdüm de geldim orta Anadolu çölüne…
Semsur- Maletiya, Ruha konak yerimdi. İki yüz yıl var geçmişte göçer atalarımın da dolaştığı, Komiya dedemin yaşadığı yerlere geldim… Xelikân; Canbeg; Sewidi geldim de Xelikan, Canbeg, Sewidi kalabildim… Şurda Kuzey Afrika yerlileri yüz yıla kalmadan Araplaştılar da dört yüz yıllık ötekileştirme, başkalaştırma eylemi beni benden alamadı! “Kürt sulha gelir ama dediği olursa!” dan mıdır genlerime kil tabletlerle birlikte kazınanlar; dilimdi, kültürümdü silinemedi… Ta ki beton cangılı kentler yutmaya başlayana dek!
Huzurunuza gelmeden az önce Doğu Cephesi’nde bir çöküşten bir kuruluş inşa edenlerdendim! Emperyalist Sıkes-Picot’nun bedenimi adeta bir Haç İşareti’yle dörde bölme hayâli, çok geçmeden vefasız, bencil, ikiyüzlü bir unutkanlıkla Lozan Masası’na yatırılmam yoluyla gerçekleşecekti! Kavgadaşım, yoldaşım ve bana bir cumhuriyet borçlu aydınlanmacı muktedirler, ateşler içindeki bedenimi yüz yıl sıkacak kaba bir inkâr abasına sardılar. Osmanlı’dan sonra uzanan tek eli taşıyan ayaklar, ZilanZilan, Dersim Dersim yangınlarla yine sürgün yollarına düştü… Katliamlarla karşılandı vefa duygum! Daha Enfaller, daha Halepçeler vardı beni ateşli talazlarla, tozumuş toprak gibi savuracak, püskürtecek…
Huzurunuza gelmeden az önce doksanlı yıllarda, ‘Ateşi Utandıran Yangın’lardaydım!
17 bin beş yüz kere fail-i meçhulle öldüm bir; bir de 45 bin kere… Lice’de Şırnak’ta köy köy mezra mezra yandım… Yakılan ormandım, ayaklarım toprak, göçemezdim! 4000 Köyle; anılar, geçmişim, insana inancım yakıldı… Bir yorgan kaçırabildim ‘Ateşi Utandıran Yangın’lardan, kamburuma yükledim; bir de direnç kaçırdım, kalbime sardım dizime sürdüm; düştüm Anadolu, Güney, düştüm Avrupa yollarına…
Ben gelirken de Şırnak yanıyordu… Sur’da ve Cizre’de yeni Madımaklar’dan yanık kokusu geliyordu hâlâ! Yarım milyon insandım göçtüm… Çadırımın direği oldum kaldım ammaa çadırımla birlikte yakıldım!
Sordum, hep sorduğum soruyu bir daha; Biz yola doymayanlar mıyız? Yolla doyurulanlar mı?
‘Az önce Afrika’daydım’ dedim! ‘Az önce buraya geldim’… Hayır! Az önce değil şimdi!
Şimdi diyorum çünkü 14.5 milyar yaştaki Evren’in, Kozmik Takvim’e göre yaşı sadece bir’miş! Kozmik Takvim’e göre ömür altı salise… Şu koca İnsanlık Tarihi olsa olsa bir saat bir de çeyrek! Yani bütün bir İnsanlık tarihi az önceymiş, şimdiymiş! Bütün bu olanlar, içinde bulunduğumuz Kozmik yılın 31 Aralığının son dakikaları!
Dünyanın güneş etrafında dönüşüne göre hesap ettiğimizde bize çok uzun gelen 12 bin yıla, Kozmik Takvime göre 24 saniye içine, Kozmik Takvime bile ağır gelecek acıyı, kederi, zulmü nasıl sığdırabildik?
Mucize zamanı, mucize Evren içindeki insan denilen mucizeyi, hovarda bir mirasyedi gibi harcadık!
İnsanı kalkındırmak, bir küreğine bilimi bir küreğine sanatı kanat yapıp geleceğe uçurmak varken, bir halkın kimliğini inkâr basitliğiyle… asimile olmaya inatla direnen bir halkı asimile etmek basitliğiyle zaman katledildi! Kendini zamanın sahibi sananlar, bu güzelim dünyanın renklerini soldurarak geleceği yoksullaştırıp geçmişe giden bağları koparmak istediler! Oysa;
tarihin halk türküsüdür kimlik
her halka, ayrı ayrı serpelenen bir ıtır
uzun havam, hüzün havam ve yanık
yangın çiçekleri küllerinden çığırır
her şey bir kalınlıktan incelme serüveni
ağaç topraktan inceldi dal gövdeden
çiçek daldan nahif meyve çiçekten süzgün
incelik ondan kalınlığın ‘marifeti’
incelik ondan ‘iltifata tabidir’
dünyayı düşününce
ince bir ayrıntı bütün bunlar
söz açıklar : “gerçek ayrıntıda gizli”
ayır ayrıntıyı teninden soyulur gerçek
ne sıcağı kalır ne soğuğu ne gizi
ben ayrılsam yoksulluğu giyinirdin demek
nergis de çiçek ama nergis açelya değil
nergis de çiçek ama benim adım nergis değil
siz verin ilk adımı son adımı gülen gözle
eğik dal, üzgün çiçek, ham meyvemi
insanlığın gövdesine vereyim
…
Bu yolculuk sürecek… Dünyanın neresinde durdu ki burada, bu netameli, bu petrol kokulu, üretilmiş kutsallarla aklın kiralandığı coğrafyada dursun?
Yolculuğumuz, şimdiki göçümüz özgürlüğe… Direniş yollarında ödenen bedellerin tesellisi olur mu bilmeyiz ama adil barışa…
Barışa çünkü barış, bütün öteki önceliklerin olmazsa olmaz önceliği! Barışa çünkü dünyanın asıl sahibi çocuklara borcumuzdur barış. O çocuklar için, gelecek için, hazlarından, aşklarından vazgeçen civanlara borcumuz barış!
İnsanın insanı öldürmesi çirkinliği, savunmadan uzakta, kollektif egoyla, muktedir egosuyla buluştuğunda çirkin sözcüğü nerdeyse güzel kalıyor ve bizi bu ana ulaştıran milyonlarca yılı, biz dâhil siliveriyor! “Bir insanı öldüren bütün bir insanlığı öldürmüş gibi olu”yorken, ölüler üstünde, çocuk ölüleri üstünde yürüyüp yükselenlerin, düşen bir yaprağa basıyormuş rahatlığı nedendir? Nedendir diye sormaz mı körpe bedenler, bedel bedenler;
‘Ey zalim,
Seni Nemruttan beri biliyorum! Sen beni İbrahim’den hemen sonra neden unuttun!’
Anımsa! Demez mi?
‘Ey zalim,
Seni Sezar’dan beri biliyorum! Sen beni Spartaküs’ten, Krezüs’ten hemen sonra neden unuttun!’
Anımsa! Demez mi?
‘Ey zalim,
Seni Sargon’dan beri biliyorum! Sen beni Keyakisar’dan hemen sonra neden unuttun!’
Anımsa! Demez mi? Zalim belleğe zulmü anımsatmak için bedeniyle, ruhuyla, yanan bir kitap, yanan bir şiir gibi meşale olmak, donmuş belleği çözmek istemez mi?
Bu kez yolumuz barışa çünkü sonu barış olmayan bir savaş yok! Barışa çünkü annelerin ciğerinden Azrail’e ağalık yapmaya hiçbir muktedirin hakkı yok! Barışa çünkü sulara, havaya, çiçeklere günü geçmiş borcumuzdur barış… Yolculuğumuz adil bir barışa çünkü:
her galibin elinde bir bomba kalır
pimini, yenilen taşır belinde
Barışa çünkü:
toprak ölüler için, yeryüzü diriler
Yol barışa çünkü:
et-tırnak değiliz, diş-damak değiliz biz
kan-damar, ilik kemik gibiyiz
Öyleyse;
çiçekler seyrelmesin diye
saflar sıklaşmalı
Bu kez de bu yol üstünde han yerine adım başı zindan olsa da menzil mutlaka adalet… İnsanlaşma serüvenini ille de inceliklerle taçlandırmaya bu yol!
Bu kez bu yolculuk, insana yakışan bir Kürdistan’a ama kapısı dünyaya çıkan bir Kürdistan’a; sınırı Dünya’nın çevresi kadar olan bir Kürdistan’a… İnsanlığın ortak evine…
unutulmuş bir vahiy ki
iki ayettir ‘gülistan’
bir paylaşmak farz
savaşmak haram,iki
İnsanlık Tarihi’nin yüzde doksan yedisi ilkel ‘Komünal Yaşam’, yüzde üçü bugünkü görece ‘Modern Yaşam’mış!
Bizim bundan gayrı yolculuğumuz, ‘Komün Yaşam’la ‘Modern Yaşam’ı buluşturmaya… İnsan ruhuna ve doğaya yakışan menzile varmaya! İktidarsız/ muktedirsiz, mazlumsuz, ötekisiz bir dünyaya! O dünyada göç yolculuğu bitse de İnsanlaşma yolculuğu sürecek…
bütün yollar yolcunun içinde başlar
önce içinde biter yollar
Yarınımız; İnsanlığın bir aile; insan, doğa ve paylaşmanın kutsal olduğu, barışın, özgürlüğün adalet gölgesinde yeni bir yaşam bulduğu bir dünyada… ama Dünya Takvimi yavaşlığında ve Kozmik uzunlukta…
Bu toplantıyı gerçekleştiren PKAN’a teşekkür ediyor, Orta Anadolu Kürtleri şahsında; yola doymayanları; felsefesi malum bir coğrafyada dünyaya yepyeni bir felsefe armağan edenleri; aydınlanma, eşitlik, barış ve özgürlük yolcularını; coğrafyamızda ve dünyanın neresinde olursa olsun zulme direnenleri, zindanlardan ışık sağan ve o ışıkla yeni bir dünya inşa etmekte olanları minnetle ve büyük bir mahcubiyetle selamlıyorum!..
Barışla, aşkla ve şiirle,
Saygılarımla…
Ömer Faruk Hatipoğlu
27 Nisan 2017