Kürt yurdu tarihin derinliklerinden günümüze kadar hep savaşların, kahramanlıkların, büyük aşkların, destansı mücadelelerin ve doğal güzelliklerin mekanı olagelmiştir. Bütün bunlar roman yazımı için binlerce konuyu içinde barındırır, bol malzeme verir ama buna rağmen Kürt romanı istenilen düzeyde değil. Peki bu kadar çok malzemeye rağmen Kürt roman yazımı neden istenilen düzeyde değil veya gelişmemesinin nedeni sadece yazarlar mı? Bu konu üzerinde şimdiye kadar yapılmış bir araştırmaya rastlamış değilim ama kendime şunu da sormadan edemiyorum: yanılıyor veya çok mu acele ediyorum?
Yanılmayı isterdim ama öyle olmadığı düşüncesindeyim. Çünkü; şimdiye kadar dünya kitap raflarında yer alan Kürtçe romanların az olması bunun bir göstergesi. Tabi diğer dillerde yazan Kürt yazarlarını bundan ayırarak yazıyorum. Halbuki en yaygın, popüler ve yazara sınırsız bir özgürlük tanıyan bu edebi türün Kürtler arasında daha yaygın olması ve kendilerini bu yolla daha fazla dile getirmeleri gerekirdi. Çünkü Kürdün binlerce köyü yakıldı, onbinlerce evladı katledildi, coğrafyası talan edildi, sürgün oldu; bunun karşısında büyük direndi, kahramanlıklar, efsaneler yarattı. Aynı zamanda bir hisler yoğunluğu da olan romanın bu şartlarda gelişmemesinde bir sakatlığın olduğunu düşünmemek elde değil. Bunun kanıtı Kürt sözlü sanatıdır. Kürtçe bir ağıt, bir kahramanlık veya aşk türküsünü anlar veya dinlerseniz bir roman kadar içinde veri olduğunu görürsünüz. O kadar hoş, o kadar süslenmiştir ki bir tablo olarak çerçeveletip odanıza asmak istersiniz. Bu nedenledir ki Kürt sözlü sanatı binlerce yıldır aynı canlılıkla yaşıyor, Kürtçeyi sırtlamış, aynı güzelikte ve yaşlandıkça demlenen bir şarap gibi her zaman tat vermesini sağlamıştır.
Deryalar kadar zengin ve şaheserler gibi zevk veren bu sözlü edebiyatın yanında, Kürtçe yazı dilinin hala Rus devriminin sembolü olan kendi ‘Ana’sını yaratamamış olması bir eksikliktir. Belki itirazlar olabilir ama yazın dünyamız kendi içinde bile yeni bir ‘Kela Dımdım’eyi geçen sanat eserlerini ortaya çıkaramamıştır. Evet, Mehmed Uzun, Helîm Yusuf, Diyar Botî, Fergin Melik Aykoç, Kamran Sımo Hedili, Medeni Ferho, Serkan Brusk, Seydo Aydoğan, Ömer Dilsoz ve daha fazla değerli yazarlarımız var. Üç romanı yazan biri olarak kendim de içinde olmak koşulu ile bizi hala Ereb Şemo’nun seviyesine çıkmış olarak görmüyorum. Peki yazarlarımıza çok mu haksızlık ediyorum? Olabilir ama düşüncem bu yönde.
Şunu eklemekte fayda var: Son yıllarda Kürt roman yazımında tabiki iyi gelişmeler var, yukarıda adını verdiğim ve vermediğim değerli yazarlar roman sanatını bir seviyeye getirdi. Ayrıca özgür alanlardan birçok kaliteli roman gelmeye başladı ama çoğunun Türkçe olması bir sıkıntı. Aslında Kürtçe romanı için sıçrama potansiyeli taşıyan bir alan ama Türkçe yazımı fazla, umarım bundan sonra Kürtçe yazımı daha fazlalaşır. Bütün bunlar yabana atılacak gelişmeler değil ama yeterli görmediğimi özellikle belirtmek istiyorum. Esasında bu düşüncemi romanın ünlendiği ülkeler ile karşılaştırıldığımda yeterli görmediğimi belirtirsem daha doğru olur. Bu noktada Rus ve Fransız romanı iki iyi örnektir.
Rus yazımı, devrimden (1917) önceki dönem de ünlü Aleksande S. Puşkin (1799-1837), Nikoloy Gogol (1809-1852), M. Dostoyevski (1821-1881), Lev N Tolstoy (1828-1910), Anton P. Tjechov (1860-1904) gibi yazarları yetiştirdi. Çarlık Rusyasının fakir, aç, alt sınıfı ile aristokrat sınıf farkının keskin olduğu bir dönemdir. Bu kriz dönemi ünlü yazarları yarattı ve bir nevi devrimin ön zeminini hazırladı. Muazzam bir enerji ve birikim yarattı. Aleksey Tolstoy (1883- 1945), Maksim Gorki (1868-1936) ve diğerleride devrimin romanlarını ve sonrasını yazdılar.
Dünyadaki bir diğer iyi örnek de Fransız Devrimi (1789)’nin yaratığı yazar kuşağıdır. Burada da devrimi yaratan koşullar Rus devriminden pek farsız değil, fakir ve açların zenginler ile mücadelesi çok keskindir. “Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik!” sloganı ile harekete geçen ezilen kesim, ülkeyi yöneten azınlığı devirerek her alanda bir rönesans başlattı. Devrimin yol açtığı rönesans da; Honore de Balzac (1799-1850), Emile Zola (1840-1902), Simone De Beauvoir (1908-1986), Albert Camus (1913-1960), Viktor Hugo (1802-1855), Jean Paul Sartre (1905-1980) gibi dünyaca ünlü yazarları yarattı.
Kürtçe roman yazarının içinde yaşadığı koşullar, verdiğim iki ülke örneğinin yaşadığı koşullardan daha elverişlidir. Çünkü Kürt yazarının içinde bulunduğu şartların yarattığı malzeme çok daha zengin. Fakirlik desen diz boyu, ölüm, zülüm, sürgün ve işkence çeşidinin hattı hesabı yok. Bunun karşısındaki eşsiz direnişin verdiği malzemeye rağmen Kürtçe romanının dünyadakiler ile yarışamamasının sebebini araştırmak ilginç gelecektir.
Yazı daha önce Yeni Özgür Politika’da yayınlandı.