’’ÖYKÜ’’
ŞEHO’NUN HASTALIĞI
Yıl 1941, nisan ayının son günlerine doğru havalar iyiden ısınmaya başlamış doğa gözle görülür bir değişim içerisine girmişti. O yıl çok şiddetli bir kış geçirmişlerdi Gunde Sefkan (Celep) köylüleri ve o kış ocak ayından bu yana iki metreyi bulan kar yağmış ve tüm kış boyunca tüm çevre köylerle olan ilişkiler kopmuştu.Köylüler sadece Hasene Şöfar’in evinde bulunan kocaman bataryalı ve evin üzerine boydan boya uzatılmış olan bir anten ile çalışan radyo ile dış dünyadan haberdar olabiliyorlardı. Köylüler, az da olsa anlayabildikleri türkçeleri ile cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile başbakan Recep Peker’in yaptıkları açıklamalardan birinci dünya savaşının halen devam ettiğini ve Alman ordularının Moskova önlerine dayandıkların ıanlıyorlardı.
Öte yandan, o uzun kış gecelerinde ”Dedi Osi Gule” ile ”Omin” o güzel sesi ile sabahlara kadar kürtçe türküler söylüyordu. Zorlu geçen bu kışın ardından doğa baharın geldiğini açık açık belli ediyordu. Kuşlar cıvıldamaya başlamış ve etrafta doğa yeşillenmeye başlamıştı. Bire Barana, Qamişlo, Yayle Dade, Yayle Şexe ile Yayle Torre yaylalarının yolları açılmış, köylüler kısa bir süre sonra hayvanlarıyla yaylalara çıkmanın telaşı içerisine girmişlerdi yavaş yavaş. Köylülerin temel geçim kaynağı olan koyunlar kuzulamış henüz havalar ısınmadığı için henüz dışarıya çıkarılamıyorlardı. Kuzular ’’Kozi” denilen ayrı bir bölümde ağıl içerisinde anneleri ile birlikte tutuluyorlardı. Köylüler, kendileri gibi Sefkani aşiretine mensup olan Gundi Bulduk ile Gundi Gorde (Zincirlikuyu) köyleri ile diğer çevre köylere nazaran daha fazla kız alıp verdiklerinden doğal olarak akrabalıkları daha da yoğundu. Fakat yinede diğer çevre köylerden olan Ömeranlı, İncow, Xelikan ve Bumsuz köyleri ile birbirlerine kız alıp veriyorlar ve az da olsa akrabalık bağları süregeliyordu.
Gordo kabilesinden Nasır (Abo) sabah namazını kıldıktan sonra herzaman yaptığı gibi tekrar yatağına uzanmış ve hemencecik uyuyakalmıştı. Odanın o iğne bile atılsa duyulmayacak sessizliği, kapının acı acı vurulması ile bozuldu. Nasır’ın eşi Zewe hemen uyanmış ve ayağa kalkarak kapıya yönelmiş ve kapıyı açmıştı. Kapının önünde bekleyen Nasır’ ın kuzeni Şeho’nun eşi Aşe’yi hemen içeri davet etti ve Nasır’ da bir taraftan yatağından kalkarak yavaş yavaş giyinmeye başlamıştı. Nasır, genişçe olan siyah şalvarını giymiş yakasız çizgili gömleğinin üzerinede siyah yeleğini giymiş ve yine köstekli saatini de yeleğin cebine koyarken tütün tabağını ve muhtar çakmağınıda şalvarın cebine koymayı unutmadı. Nasır Aşe’yedönerek;
-”Xer be Aşe, çiye çırbu? Sibe sibe çiye”? ( Hayrola Ayşe ne oldu sabah sabah?)
Aşe’de Nasır’a dönerek derin bir nefes alarak hıçkırıklar içinde boğulurcasına kocası Şeho’nun bütün gece boyunca sabaha kadar sancılar içerisinde uyumadan kıvrandığını söyledi. Aşe, köye Sıtma (Derde giran-Taw) hastalığının girdiğine ve son bir kaç günde köyde en az 5-6 kişinin bu hastalıktan öldüğünü ve sözlerine ekledi. Nasır ile Aşe birlikte dışarı çıkarak Şeho’nun evine doğru yola koyuldular. Şeho’nun evi, diğer yakın akrabalarının evleri gibi birbirlerine çok yakın, ve birisi bağırsa diğeri duyacak şekilde inşa edilmişlerdi. Nasır eve vardığında 40 yaşlarında ki Şeho‘nun yattığı yer yatağın yanına çömelerek kuzeninin durumu hakkında bilgi almaya çalıştı. Gözleri uykusuzluktan şişmiş, yüzü solmuş ve acılar içerisinde kıvranmakta olan Şeho’dan bir cevap alamayan Nasır, dışarıya çıkmak için kapıya yöneldi. Ne yapacağını bilemeyen Nasır diğer kuzeni Molla’nın evine doğru yürümeye başladı. Yeni uyanmış ve eşi Rawe ile sabah kahvaltısını yapmakta olan Molla, ayağa kalkarak kuzeni Nasır’ı içeri buyurarak kahvaltıya davet etti. Nasır üzüntülü bir yüz ifadesiyle bir şey yemeyeceğini söyleyerek yerdeki minderin üzerine çömeldi ve tütün tabakasını çıkararak sigarasını sarmaya başladı. Sigarasından derin bir nefes çeken Nasır kuzenleri olan Şeho’nun hastalığını kuzeni Molla’ya aktarmaya başladı. Nasır’ı dinleyen Molla, bu duyduğu habere çok üzülmüştü ve birşeyler yapmaları gerektiğini söyledi. Nasır, Molla’ya doğru dönerek;
-”Bak, Molla! Elimizden bir şey gelmiyor? Ne köyde nede yakınlarımızda bir doktor veya hastane var. Üstelik daha havalarda daha doğru dürüst düzelmedi, koyunlarımızı bile satamadık daha bu sene, cebimizde beş kuruş paramiz bile yok bu sıralar,” dedi. Molla’nın eşi Rawe; -”Şeho’ yu bir doktor veya hastaneya götürmenin iyi olacağını yoksa hastayı kurtarmanın çok zor olacağını söylediğinde” Nasır; – Hani nereye,hangi doktora hangi hastaneye götürelim! En yakın doktor ta Konya’da dır, oraya da gitmek için ne vasıtamız ne de yeterli paramız var, deyince, Molla söz alarak;
-”Zaman müsait olsa birkaç koyun satar yol parasını denkleştirirdik.Yine de bilmem valla ne gerekiyorsa onu yapalım”dedi. Nasır ile Molla birdiğer kuzenleri olan Mehmet (Mahmo)’ nun evine doğru yürümeye başladılar. Mahmo’ nun ekonomik durumu diğer akrabalarına göre biraz daha iyiydi. Mahmo köyde küçük bir bakkal dükkanı işletiyor ve elinde herzaman para bulunabiliyordu. Nasır ve Molla, Mahmo’yu da yanlarına alarak hep birlikte Şeho’nun evine doğru yürümeye başladılar. Eve vardıklarında, Nasır’ın kız kardeşi Base’ nin de Şeho’nun yatağının baş ucunda oturduğunu ve Şeho’nun eşi Aşe ile birlikte ağıt yaktığını gördüler. Base’de; -”Şeho’yu Konya’ da bir doktora götürmenin en doğrusu alacağını söyleyince” Nasır; -”Elimizde avucumuzda beşkuruşun olmadığını biliyorsundur herhalde, Mahmo’dan az bir harçlık aldık” deyince, Aşe sözaldı; – ”köylülerin söylediğine göre, İncow’da Yeni Mustafa denen birisi doğal ilaçlarla bazı hastalıkların tedavisini yapıyormuş, hatırlıyormusunuz bundan yaklaşık 2-3 yıl önce bizim komşu Osi Haci Eşe’nin 2-3 yaşındaki küçük kızı Rahme aniden hastalanmış ve ölmek üzere iken tesadüfen o sıralar köyümüzde bulunan Yeni Mustafa beyaz renkli nişadıra benzeyen bir tozu suya karıştırarak küçük kıza içirmiş ve kızı ölümden kurtarmıştı.
Konya’ya gitmeden önce, onu bir buraya çağırıp Şeho’ya baktırsak kötümü olur?” dedi. Base söze karışarak; – ”Tamam öyleyse, Nasır’ın oğulları Mustafa ile Ömer hemen at arabasına atlayıp İncow’a gidip Yeni Mustafa’ yı getirsinler eğer o gelmek istemezse, Hase Sedafe’yi getirselerde olur nede olsa o da bazı doğal ilaçlarla tedavi yapıyor ve hiç yoktan iyidir. Konya’da sizin diğer bir kuzeniniz ve benim eşim olan Süleyman’ın bir bakkal dükkanı çalıştırdığını pekala biliyorsunuz ve oraya kadar gidebilirseniz size yardım etmezlik etmez herhalde.” Nasır, Molla ve Şeho’nun bir diğer kuzenleri olan Süleyman, Nasır’ın kız kardeşi Base ile evli olup ve kardeşi küçük Nasır ile yıllar önce Konya ile İzmir arasında yapılan yol inşaat işlerinde çalışmaya başlamışlardı. Yol inşaat işleri üç yıl kadar sürmüş ve daha sonra Süleyman Konya’ya dönerek, Kürt isyanları sonrası Konya’ya sürgün edilen Kürtlerin çok yoğun olarak yokluk içerisinde yaşadıkları İstanbul caddesi üzerinde ve Konya hapishanesine yakın olan bir mahallede bir caminin hemen yanıbaşında bir bakkal dükkanı işletmeye başlamıştı. Kürt isyanları sonucu önderleri idam edilen Ağrı, Erzurum. Dersim, Van ve Bitlis yöresinden Kürt aileler yoğun olarak Konya merkeze ve bazı ailelerde Kulu ve Cihanbeyli’nin merkezlerine ve bazı kürt köylerine yerleştirilmişti. Bu ailelerden bazıları o yıllarda Kulu’ya bağlı Burunağılı, Cihanbeyli’ye bağlı Bördelik ve Pınarbaşı köylerine yerleştirilmişlerdi. Bu ailelerden 2 tanesi de Sefkan köyüne yerleştirilmişti. Süleyman’ ın büyük oğlu Hasan köy eğitmeni olmak için okula gidiyor ve daha çok diğer kürt çocuklarıyla arkadaşlık yaptığı için babasının bakkal dükkanına fazla uğramıyordu diğer oğlu Dayo ise İsmet paşa ilkokuluna gidiyor ve okul sonrasıda bakkal dükkanında babasına yardımcı oluyordu. Süleymanın diğer kardeşi küçük Nasır ise Aydın Söke’ye yerleşerek orada evlenerek yerleşmiş ve bir daha da kendi köyüne dönmemişti. Süleyman ise eşi Base’yi köyde bırakmış bakkal dükkanının hemen yanındaki 2 gözlü bir evde 2 oğlu ile birlikte kalıyordu. Eşi Base ise, kızları Zeze ve Fate ile birlikte köydeki evlerinde kalıyorlardı.
Nasır’ın oğulları Mustafa ile Ömer, İncow’a at arabası ile Bire Barana yaylası üzerinden Tola yaylasına, oradan da İncow’a doğru yola çıktılar. İncow’a hemen girişinde evlerden birisinin bahçesinde bir taşın üstünde oturmakta olan yaşlı bir köylüden Mustafa’ nın evini sormak için durdular. Mustafa; – Xalo, Yeni Mustafa’ nın evi nerdedir acaba tarif edermisin bize? Yaşlı adam şöyle biraz başına kaşıyarak düşünmeye başladı ve; – Hangi Mustafa bu bahsettiğiniz acaba dedi ve içerden eşine bağırdı; – ’’ Le Camile ca ware derva ( Cemile dışarı gelirmisin biraz) ’’ dedi. Yaşlı Cemile teyzeye de Mustafa’nın evini sordular. Cemile şöyle bir düşündü ve; – Siz herhalde şu hastalıkları bazı gizli ilaçlarla tedavi eden Yeni Mustafa’yı soruyorsunuz, diyen Cemile kocasına dönerek; – Lo Hamo sen şu, Raşit’in oğlu nu hatırlamadın mı? Hani, bu Yeni Mustafa’nın babası ta savaş yıllarında köyümüze kadar gelmiş olan Yunan askerlerinden birisi olup köyün güzel kızlarından birisine aşık olduktan sonra müslüman olup Raşit ismini alarak köyümüze yerleşmişti. Köyümüze yerleşen ve bizden birisi gibi olan bu Yunan askeri kısa zaman içinde Kürtçe öğrenerek, köylülerimiz arasında çok sevilmeye başladı. On parmağında on hüner olan Raşit’in en büyük özelliği hastalıklara yönelik yaptığı doğal ilaçlardı. Bu yeteneklerini daha sonra oğlu Mustafa’ya aktardıktan sonra vefat etti gitti rahmetlik, dedikten sonra ardından Yeni Mustafa’nın evini tarif etti. Mustafa ile Ömer, Yeni Mustafa’nın evine vardıklarında kapıyı açan eşi onlara, Mustafa’nın köyde olmadığını ve bir hastaya bakmak için komşu Hacılara köyüne gittiğini ve ne zaman eve döneceğini bilmediğini söyledi kendilerine. Bunun üzerine gençler çaresiz bir şekilde Hase Sedafe’in evine doğru yola koyuldular. Hase Sedafe’yievinde bulan iki genç, onu yanlarına alarak köylerine doğru yola çıktılar.
Köye geç saatlerde vardıklarında, hiç zaman harcamadan hastayı kontrol eden Hase Sedafe kendisinin bu hastalığa karşı herhangi bir ilaç yapamayacığını söyledi kendilerine. Hase Sedefe, Şeho’nun bu hastalığını hemen farketti ve Şeho’nun hastalığını onlara söylemekten kaçındı ve bir doktora götürmelerinin daha iyi olacağını belirtti. Fakat yinede yanında getirdiği sarı renkli küçük haplardan birkaç tanesini hastaya içirdi ve ertesi güne kadar beklemelerini söyleyerek hemen o akşam tekrar İncow’ a geri döndü.
Ertesi gün Şeho’da herhangi bir değişiklik görmeyen Nasır, Molla ve Mahmo, kuzenleri Şeho’yu Konya’da doktora götürmek için hazırlıklara başladılar. Molla hemen kendi at arabasını hazırlayarak, kendileri ile birlikte Ömeranlı’ya kadar gidip tekrar köye geri dönmeleri için Nasır’ın oğulları olan, 10-12 yaşlarındaki Mustafa ile yine 8-10 yaşlarındaki Ömer’i de yanlarına aldılar. At arabası ile Ömeranlı’ya kadar gidip, Şexo’yu arabadan indirip yol kıyısında beklemeye başladılar. Ömeranlı’da karayolundan çok seyrek de olsa otomobil ve kamyonlar hem Konya hem Ankara yönüne doğru gidiyorlardı. Nasır, kırk yaşlarında olmasına rağmen, yaşından beklenmedik bir çeviklikle yol üzerinde el kol hareketleriyle Konya yönüne doğru gitmekte olan kamyonları durdurmaya çalışıyordu. Bir-birbuçuk saatlik bir uğraşıdan sonra nihayet bir kamyon durdurmuşlar ve güçlükle hep beraber hasta olan Şeho’yu hep birlikte kamyonun kasasına çıkarmışlar ve kamyon ile Konya’ya doğru yola koyulmuştular. Şexo yol boyunca ağrılar ve sızılar içerisinde kıvranıp durmuş ve nihayet Konya kamyon garajına varmışlar,oradan da bir at arabası kiralayıp Süleyman’ın bakkal dükkanına doğru yola çıkmışlardı. Süleyman, aksayan bir ayağıyla bakkal dükkanında müşterileri ile meşgul idi. Gelen akrabalarını gören Süleyman sıcak bir şekilde karşıladı onları. Yeni gelenler Şeho’nun durumunu Süleyman’a aktardıktan sonra paraya ihtiyaçları olduklarını söylediler kendisine. Süleyman’ın hali vakti diğer akrabalarına göre iyi sayılırdı ve elinden gelen yardımı yapacağı sözünü verdi. Süleyman Nasır’ı yanına alarak müşterilerin olduğu ana bölüme doğru gitti ve 4-5 dakika sonra diğerlerinin yanına geri döndüler. Nasır, Molla, Mahmo ve Süleyman hastaları Şeho’yu Süleyman’ın at arabasına bindirerek Konya devlet hastanesine doğru yola çıktılar. Hastaneye varır varmaz hemen hastanenin giriş bölümüne yönelip bir köşede oturan memura başvurularını yaparak hastalarının tedavi olması için işlemlerini başlattılar. Şeho’yu hemen bir odaya yatıran hemşireler onlara dışarda beklemelerini rica ettiler. Gecenin çok geç saatlerinde, dışarda beklemekte olan Nasır ve kuzenlerinin yanına gelen bölüm doktoru Şeho’nun sağlık durumunun hiçte iç açıcı olmadığını ve Sıtma hastalığından şüphelendiklerini ve yarın yapacakları tetkiklerle durumu daha net olarak anlayacaklarını belirtti. Yarını beklemekten başka yapacak bir şey yoktu, Nasır, Süleyman ve diğer kuzenler hep birlikte Süleyman’ın evine doğru yola çıktılar ve geceyi onun evinde geçirdiler. Ertesi gün öğlen namazlarını yol üzerindeki camide kıldıktan sonra, tekrar hep beraber hastanenin yolunu tuttular. Kısa bir süre sonra bölüm doktoru yanlarına geldi, doktor; -”Evet, dün size belirtiğim gibi yaptığımız tetkikler sonucunda, hastanızın Sıtmaya yakalandığından eminiz şimdi. Bildiğiniz gibi bu hastalığın henüz belli bir ilacı yok fakat yinede bazı tedavileri uygulama imkanımız var. Bu uygulayacağımız tedavinin de herhangi bir garantisi yoktur. Ancak elimizden başka birşey de gelmiyor şimdilik . Hastanıza belkide birkaç ay sürebilecek bir ilaç tedavisi uygulayacağız. Yine de yüce Allahtan umut kesilmez, mukaderat ne ise o olur” dedi.
Doktor’un bu söylediklerinden sonra, bundan böyle ne yapacakları konusunda bir ortak karar almak için Süleyman’ın dükkanına gittiler. Süleyman onlara köye dönmelerinin daha iyi olacağını ve köydeki ailelerinin onlarsız yapamıyacakları yönünde ikna etmeye çalıştı. Nasır ve kuzenleri buna ikna oldular ve ertesi gün hastaneye giderek bu konuyu doktora tanışacaklarını söyleyerek Süleyman ile vedalaştılar. O gece Mevlana cami cıvarında ucuz bir otelde gecelediler ve sabahleyin yine yol üzerindeki bir camide namazlarını kıldıktan sonra hastaneye doğru yola çıktılar. Şeho’nun ilaç tedavisi de henüz başlamamıştı. Doktor ile konuşarak köye dönmeleri gerektiğini ve en geç bir hafta on gün içerisinde geri döneceklerini belirttiler kendisine. Doktor da bunun iyi bir fikir olduğunu zaten ilaç tedavisine başlayacakları için, Nasır ve kuzenlerinin yapacakları hiçbirşey olmadığını söyledi kendilerine. Nasır ve kuzenleri Şeho ile vadalaşarak hastaneden ayrılarak Kamyon garajına doğru yola çıktılar. Ankara’ya doğru giden bir kamyon bularak kamyonun kasasına binip köye doğru yola koyuldular.
Akşam geç saatlerde köye vardıklarında, köyde dünden bu yana 5-6 kişinin daha Sıtmadan öldüklerini söyledi köylüler. Bunların arasında komşuları olan Aşir’i İbrami Husse Milla ile Mille Yahoyi Alle’ in hastalıktan can verdiklerini söylediler kendilerine. Tüm akrabalar Nasır ve diğer kuzenlerinin Şeho’yu erken davranarak hastane ye çok hızl bir şekilde yetiştirmelerinden çok mutlu oldular. Nasır ve Molla köydeki tüm işlerini bir düzene koyarak köyden uzak oldukları sürede koyun ve kuzuları ile kimin ilgileneceğine yönelik planlamalar yaptılar. Mahmo ise köyde olmadığı süre içinde bakkal dükkanın büyük oğlu 10-12 yaşlarındaki oğlu İsmet’e bırakmıştı. Nasır, Molla ve Mahmo hazırlıklarını yaparak yanlarına, Base, Aşe ve Rawe’yi de alarak Konya’dan köye geldiklerinden yaklaşık on gün sonra tekrar Konya’ya doğru yola koyuldular. Yine at arabası ile Ömeranlı’ya gelerek bir Kamyon kasasına binerek Konya kamyon garajına vardılar. Şeho hakkında herhangi yeni haber olup olmadığını öğrenmek için, Süleyman’ın bakkal dükkanına uğradılar. Süleyman, bundan üç gün önce Şeho’yu ziyaret ettiğini ve sağlık durumunda pek bir değişiklik olmadığını söyledi kendilerine. Nasır ve kuzenleri hastaneye gitmek için yürüyerek yola koyuldular. Nasır ve yanındakiler tam Aziziye camisinin yakınlarından geçiyorlardı ki, Aziziye camisinin minaresinden cızırtılı bir Sela sesi duyuldu, Müezin; -’’Bu sabah, şehrimizin devlet hastanesinde kimsesi olmayan ve sahibsiz bir gariban vefat etmiştir ve cenazesini kaldıracak kimsesi olmadığı için herkesi Allah rızası için cenaze namazına kılmaya katılmaya davet ediyorum.’’ diyordu. Nasır ve kuzenleri müezinin bu selasını duyduklarında birbirlerine baktılar, Nasır; -”Ne diyorsunuz, bu garibanın cenaze namazına kılalım da bir sevap işleyelim” dediğinde, Mahmo; – ”İyi olur vallahi, kendi hastamız Şeho içinde bir sevap işlemiş oluruz” dedi. Molla’da Nasır’ın bu fikrine katılınca yanlarında ki kadınları Kadınlar pazarının hemen yanına götürerek orada beklemelerini tembihleyip hep beraber ellerini çabuk tutup camiye yönelerek abdest alıp orada toplanmış bulunan ve imam ve 10-15 kişiyi bulan cemaat ile birlikte cenaze namazına saf tutup ve sahipsiz kimsesiz cenazenin namazını kılıp, merhumun ruhuna birer fatiha okudular. Nasır ve kuzenleri cenaze namazını kıldıktan sonra, kendilerini bekleyen kadınlarıda yanlarına alarak hastaneye doğru yola koyuldular. Hastaneye vardıklarında hemen Şeho’nun yattığı bölüme doğru yöneldiler. Şeho’yu yattığı odada bulamadılar ve hemen oradan geçmekte olan bir hemşireye Şeho’yu ziyarete geldiklerini ve hastalarının hangi odada yattığını sordular. Hemşire hepsinin yüzlerine şöyle hüzünlü bir şekilde tek tek bakarak yumuşak bir ses tonuyla; – ”Haberiniz yok herhalde, hastamız Şeho’yu geçen gece kaybettik maalesef. Çok üzgünüm, uyguladığımız ilaç tedavisi olumlu sonuç vermedi ve ne yazıkki bünyesi fazla dayanamadı bu ilaçlara, Allah rahmet eylesin kendisine, demek alın çizgisinde böyle yazılıymış, mukaderatı demek bu kadarmış. Hastane kayıtlarında, merhumun hiçbir yakını görünmediği için cenazesi bu gün morgdan alınarak erkenden Aziziye camisine götürüldü ve sanırım öğlen namazını takiben kimsesizler mezarlığına defin edilmiştir,” dedi.
Hemşirenin bu sözleri üzerine Nasır ve yanındakilerin dünyaları yıkılmış bir vaziyette, hemen oradaki bankların üzerine yığılarak hıçkırıklar içinde yaktıkları ağıtlar Konya devlet hastanesinin duvarlarında yankılanıyordu;
– Lo Şehiko, Lo Qurbano, Lo heyrano, lo pismamo, lo bêkeso, lo bê xwedano lo lo lo lo lo lo
Yusuf Z. Sütcü
17.Nisan. 2020
Kopenhag